Pages

4 Şubat 2013 Pazartesi

Kadının Kıymetini Anlamak


     Geçenlerde okuduğum bir kitabın sayfa kenarına şöyle bir not koymuşum: ''İnsan ilişkilerini dükkana girip alışveriş haline getiren bir yaklaşım, insanı insan olmaktan çıkarır, alınıp satılan, pazarlık edilen bir meta haline dönüştürür.'' 

     Kültürün gittikçe çıkar ilişkilerine önem veren bir kültür haline dönüşmesi üzerinde sık sık gözlemler yapılıyor, konuşuluyor. Gerçekten böyle bir gidişat olup olmadığını verilerle anlamak mümkün mü, yoksa kişilerin değişik ortamlarda gözlemlerine dayanan bir genelleme mi emin değilim.

     Şimdi kendime soruyorum: Madem emin değilim, neden bu konuda yazmak istiyorum ? Böyle bir ihtimalin olduğunu bilmemiz ve bu konuda uyanık olmamız bana önemli geliyor. Onun için yazıyorum.

     İki insan arasında yer alan ilişki çok önemli. İnsan ilişkisi yaşamın formülünden çıkarılırsa, geriye kalan hiçbir şeyin anlamı kalmaz. İşte bu, tarih içinde kendini kanıtlamış bir gerçek. Psikoterapistler, psikiyatristler ve kendisi depresyona girmiş çıkmış insanlar buna tanıklık yapabilirler.

     İnsan, çoğu kez, ilişkilerini kaybetmeden onların değerini kavrayamıyor. İlişkilerin değerini bilmek bir olgunluk meselesi. Adana’da bir seminerimde şimdi adını hatırlayamadığım biri bir anısını paylaştı. Bankada çalışan bu bey Kozan’ın bir köyünde doğmuş, büyümüş üniversite eğitimini Ankara’da yapmış. Askerliğini bitirince annesi, babası, amcası, halası, teyzesi, dayısı, tanıdıkları onu evlendirmek için seferber olmuşlar, ama anneannesi ‘hayır, zamanı gelmedi,’ demiş. Kendisi yirmi dokuz yaşına gelinceye kadar bu böyle devam etmiş. O yaz tatil için eve geldiğinde ninesi, ‘artık evlenebilirsin, kadının kıymetini bilecek olgunluğa geldin,’ demiş.

     ‘Kadının kıymetini bilecek olgunluğa erişen erkek’ konusunda fırsat olsaydı o nineyle sohbet etmeyi çok isterdim. Nasıl oldu da torununun o olgunluğa eriştiğini anladı? Kadının kıymetini bilecek olgunluğa erişmiş erkeğin nelerin farkına varıp içine sindirmiş olduğunu ondan duymak isterdim.
Bugün insan ilişkilerinden karı koca ilişkisi üstüne düşünürken aklıma gelen sorular üstünde durmak istiyorum.

     Karı Koca İlişkisi

     Karı koca ilişkisi tüm ilişkiler içinde en önemli olanı. Bir toplumun geleceği için, dolayısıyla insanlığın geleceği için bundan daha önemli bir ilişki düşünemiyorum.
‘Neden böyle düşünüyorum?’un tartışmasını burada yapmak istemiyorum. Ama başka bir yazımda bu soruyu ele alacağım; söz.

     Şimdi karı koca ilişkisiyle ilgili aklıma gelen soruları sıralamak istiyorum:

• Kadının kıymetini bilecek olgunluğa erişmiş erkeğin özellikleri nelerdir? Bu erkek nelerin farkına varmış ve bu farkındalıkları varoluşuna sindirmiştir?
• Bu kadar önemli bir ilişkinin sağlıklı olanını sağlıksız olanından nasıl ayırt edeceğiz? Ölçütü ne?
• Karı koca ilişkisi toplumdan topluma, kültürden kültüre değişir mi? Kültürden kültüre değişen yöresel yönleri olduğu gibi, toplumdan topluma değişmeyen evrensel yönleri de var mı?
• Karı koca ilişkisini sağlıklı kılan yöresel yönleri mi, yoksa kültürden kültüre değişmeyen evrensel yönleri mi?
• Sağlıksız karı koca ilişkisi tedavi edilerek sağlıklı hale getirilebilir mi?
• Karı koca ilişkisinin sağlıklı ya da sağlıksız olmasında kadının ve erkeğin katkıları eşit mi, farklı mı?
• Ve kitabın sayfasının kenarına aldığım not karı koca ilişkisi için ifade edilebilir mi?

     “Kadın erkek ilişkilerini dükkâna girip alışveriş haline getiren bir yaklaşım, kadını insan olmaktan çıkarıyor, alınıp satılan, pazarlık edilen bir meta haline dönüştürüyor,” diyebilir miyiz?
Peki, bunu erkek için de söyleyebilir miyiz? “Kadın erkek ilişkilerini dükkâna girip alışveriş haline getiren bir yaklaşım, erkeği insan olmaktan çıkarıyor, alınıp satılan, pazarlık edilen bir meta haline dönüştürüyor,” diyebilir miyiz? (Evlendirme programlarını seyrederken bu izlenimi bazen çok güçlü hissediyorum.)

     Yukarıda dile getirdiğim her bir soru bana önemli geliyor

     Bu yazımı size bir soru sorarak bitirmek istiyorum. Bu sorumu ciddiye alır bana yazarsanız gerçekten müteşekkir olurum.

     Sorum şu:

     Kadının kıymetini bilecek olgunluğa erişmiş erkeğin özellikleri nelerdir? Bu erkek nelerin farkına varmış ve bu farkındalıkları varoluşuna sindirmiştir?

     Zaman ve emeğiniz için teşekkür ederim.

     Doğan Cüceloğlu'nun sorduğu soruya cevap vermek için tıklayın.

     Kaynak: Doğan Cüceloğlu







Devamını okumak için tıklayın...

3 Şubat 2013 Pazar

Çocuklarda 2 Yaş Sendromu


2 yaş sendromu Prof. Dr. Metin Kılınç tarafından Milliyet gazetesi için anlatılmış.  İşte haber:

Çocukların yürümeye ve konuşmaya başladıkları dönemde bireyselliklerini ve kendinilerini keşfetmeye, sınırlarını zorlamaya başladıkları ifade edildi.

Gaziantep Üniversitesi (GAZÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Kılınç, çocukların yürümeye ve konuşmaya başladıkları dönemde bireyselliğini ve kendini keşfetmeye, sınırlarını zorlamaya başladığını söyledi. Prof. Dr. Kılınç, bu dönemde ebeveynlerin çocuklarına karşı doğru yaklaşım sergilemelerinin önemli olduğunu bildirdi.

Prof. Dr. Kılınç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2 yaş sendromunun 18 ay civarında başlayarak 42. aya kadar devam edebilen, çocukların genellikle olumsuz tavırlar sergilediği ve kendine söylenilenleri yapmak istemediği, isteklerini kabul ettirmek konusunda ısrarcı olduğu bir dönem olduğunu belirtti.

Bebeklik döneminde sürekli annesine bağımlı olan ve bütün gereksinimleri karşılanan bebeğin bu dönemde kendi başına hareket etmeye başladığını, meraklı ve enerjik olduğunu, sürekli bir şeyleri keşfetmeye çalıştığın  ifade eden Prof. Dr. Kılınç, şunları söyledi: "Çocuklar yürümeye ve konuşmaya başladıkları dönemde bireyselliğini ve kendini keşfetmeye, sınırlarını zorlamaya başlar, 2 yaş sendromu olarak da adlandırılan bu dönemde ebeveynlerin çocuklarına karşı doğru yaklaşım sergilemeleri büyük önem taşıyor. Çocuk bu dönemde bütün isteklerinin yerine getirilmesini ister. Bazı şeyleri ise tek başına yapmaya çalışır. Çocuğun gelişimi açısından bu dönem çok önemlidir. Ancak çocuk nerede ne yapacağını ve ne zaman duracağını bilemez ve istediği şeyler yapılmadığı ya da kendini yeterince anlatamadığında öfke nöbetleri geçirebilir."

Prof. Dr. Kılınç, ailelerin, erken ergenlik olarak da adlandırılabilecek bu dönemi iyi kavraması ve çocuğa bu doğrultuda yaklaşması gerektiğini bildirdi.

Ailelerin, yeni yeni yürümeye ve konuşmaya başlayan çocuğun kendi başına yapabileceklerine izin vermesi, ancak yapmaması gereken davranışlarla ilgili sınırı net bir şekilde çizmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Kılınç, şöyle devam etti: "Aileler çocukların yapabileceği şeyler konusunda sınırları çizdikten sonra kendi koydukları kurallara uymalı. Bu konuda çelişkiye düşmemeli. Çocuk ağladığı ya da öfkelendiği, sınırları zorladığı zaman bu kurallardan taviz verilmemeli. Böylelikle çocuklar hangi davranışın doğru hangisinin yanlış olduğu çok daha iyi bir şekilde kavrar.

Tabi ki kendi başına yemek yemek, üzerini tek başına giymek ve güvenli olduğu sürece kendi başına yürümek isteyen çocuğa izin verilmeli. Dünyayı keşfetmeye çalışan çocuğa yardımcı olunmalı ve soruları uygun bir dille yanıtlanmalı. Aileler bu dönemin normal olduğunu bilmeli ve öfkeli, ağlayan ve kızgın çocuğa sakin bir şekilde yaklaşmalı. Bu davranış biçimi çocuğun sağlıklı gelişimi açısından önemli."

Kaynak: Milliyet
Devamını okumak için tıklayın...

Dünya'da Rehberliğin Tarihi

     Dünya'da Rehberliğin Tarihçesi



     Rehberliğin Amerika’daki Gelişimi


  1. Öğrencileri iş olanaklarından haberdar etmek anlamında ilk rehberlik denemesi 1895 yıllarında başlatılmıştır.
  2. 1908 yılında Boston’da Frank Parsons ilk mesleki büroyu kurmuştur.
  3. 1909/ 1915 yılları arasında rehberlik uygulamalarının yaygınlaştığı görülmektedir. 1915te öğrencilere, öğretmenlere ve velilere meslekler hakkında bilgi vermek üzere Baston Enformasyon Dairesinden sonra 1915 te Boston Mesleki Rehberlik Dairesi kurulmuştur.
  4. İlk mesleki rehberlik kongresi 1910 da Boston da toplanmıştır. Ulusal düzeyde mesleki bir örgüt kurmanın ilk adımları atılmış ardından Ulusal Mesleki Rehberlik Derneği kurulmuştur.
  5. 1958 de kabul edilen Ulusal Savunma Eğitim Yasası ile P.D.R. hizmetleri parasal desteğe kavuşmuştur.
  6. 1952 yılında ülke içinde etkinlik gösteren dernekler arasında bütünlük sağlanmış, kişilik ve rehberlik hizmetleri bünyesinde toplayan Amerikan Kişisel ve Rehberlik Derneği kurulmuştur.

     Avrupa'da Rehberliğin Gelişimi


  1. Rehberlik çalışmaları daha çok, öğrencilerin akademik gelişmelerine ve mesleklere yönelmelerine dönük olup, öğrencilerin kişisel sosyal konulardaki duygusal problemleri ile fazla ilgilenilmemektedir.
  2. Avrupa’da P.D.R çalışmalarını, ortaokullarda yani orta öğretimin birinci döneminde önem kazandığı ortaya çıkmıştır.
  3. Genel olarak Avrupa’da rehberlik 1950li yılların sonlarında gelişmeye başlamıştır, fakat uygulamaya geçişin Amerika’ya göre geç olduğunu söyleyebiliriz.
  4. Avrupa okullarındaki rehberlik uygulamalarında genellikle test ve envanter gibi psikolojik ölçme araçları fazla kullanılmakta, öğretmenlerin öğrenciler hakkındaki gözlemleri esas alınmaktadır.

     Türkiye'de Rehberliğin Gelişimi


  1.  İlk defa 1953-54 ders yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagojik ve Özel Eğitim Bölümlerinde rehberlik bağımsız bir ders olarak programda yer almıştır.
  2. 1953 yılında Amerikalı eğitim uzmanlarının girişimleri ile 1953 yılında eğitimde kullanılacak ölçme araçlarını geliştirmek üzere Talim ve Terbiye Dairesine bağlı Test ve Araştırma Bürosu kurulmuştur.
  3. 1955 yılında İstanbul’da, 2956 yılında Ankara da Deneme Lisesinin ders programları rehberliği esas alan bir eğitim anlayışıyla hazırlanmış ve uygulanmaya geçilmiştir.
  4. 1959 da İstanbul ve İzmir’de daha sonra diğer illerimizde Rehberlik ve Araştırma Merkezleri açılmıştır.
  5.  1960dan sonra ülkemizde planlı kalkınma dönemi başlamıştır.
  6. 1969 yılı içinde, öncelikle öğrenci sayısı fazla okullardan başlamak üzere mesleki rehberlik, yöneltme hizmetini görecek personelin yetiştirilmesi ve faaliyete geçmesine başlanmıştır.
  7.  Rehberlik konusu ilk olarak 7. Milli Eğitim Şurasında ele alınmıştır.
  8.  Milli Eğitim Şurasında programların
 a)Yükseköğretime
 b)Mesleğe ve Hayata
 c)Hem yükseköğretime hem mesleğe ve hayata hazırlamak üzere çeşitlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
     9. Milli Eğitim Şurasında aynı görüşü benimsemiş ve orta öğretimin birinci sınıfı Yöneltme Sınıfı haline getirilmiştir.
    10. 1970 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi orta dereceli okullarımızda rehberlik servislerinin kuruluşu ve görevi ile ilgili esasları hazırlayıp 24 okulda uygulamaya geçmiştir.
      11.  1974 yılında toplanan 9. Milli Eğitim Şurasında rehberlik çalışmalarının amaç ve tekniklerinin ayrıntılı olarak belirten bir rapor tartışılmış ve bu raporda sözü edilen görevlerin yürütülebilmesi için programlarda iki saatin rehberliğe ayrılmasına karar verilmiştir.
    12. Ülkemizde 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile 1981 yılında yüksek öğretimde yapılan yeni düzenlemeler sonucunda P.D.R. alan eğitiminde Psikolojik Hizmetler Ana bilim Dalları içinde yerini almış, P.D.R. lisans programları başlatılmıştır.
Kaynak:  pdr.gen.tr






Devamını okumak için tıklayın...

2 Şubat 2013 Cumartesi

Oyun Eğlenceden Çok Daha Fazlasıdır



Oyun oynanamanın özellikle gelişimin ilk yıllarında ne kadar önemli olduğunu ilk yılını tamamlamış tüm PDR'ciler bilir. Gelişim Psikolojisi (Çocuk-Ergen) derslerinde ''Tek Başına Oyun'' ''Birlikte Oyun'', ''Paralel Oyun'' gibi birçok başlık altında oyunun gelişimsel önemi anlatılır. ABD'de bir enstitüde çalışan Psikaytri postdoktorasına da sahip Dr. Stuart L. Brown'da bu videoda oyunun insan hayatındaki önemini anlatıyor:




Devamını okumak için tıklayın...

1 Şubat 2013 Cuma

Einstein İle Ay Yürüyüşü - Joshua Foer

      Joshua Foer National Geographic, Esquire, The New York Times, The Washington Post, ve Slate gibi dergi ve gazetelerde araştırmacı-gazeteci olarak çalışan bir isim.
     Çalıştığı bu gazetelerden birisi için ABD Bellek Şampiyonası'nı izlemeye gider. Burada bir deste kağıdı çok kısa zamanda ezberleyebilen, telefon rehberlerini tek okuyuşda hafızasında tutabilen insanlarla karşılaşır. Bu insanlarla yaptığı röportajlarda onlara üstün zekalı olup olmadıklarını sorar. Aldığı yanıtsa şu olur:
''Eminim senin IQ'un birçoğumuzdan fazladır. Bizler zeka düzeyi normal insanlarız. Eğer uygun yöntemlerle çalışırsan bir yıl sonraki şampiyona da sen de şampiyon olabilirsin.''
     Foer şampiyonaya katılan isimlerle birlikte onların gösterdikleri teknikleri kullanarak bir yıl sonra ABD Bellek Şampiyonu olur. Foer arkadaşlarından öğrendiği ve kendisini bir senede bellek şampiyonu yapan tüm yöntemleri Einstein ile Ay Yürüyüşü adlı kitabında anlatıyor. 
     Dünyada da birçok ''zihin sporcusunun'' kullandığı teknikleri bu kitapta uygulamalı olarak bulacaksınız. Joshua Foer, çok az insanın görüp duyduklarınının tümünü hatırlayabildiğini, halbuki beynimizde fazlasıyla boşluk olduğunu kanıtlıyor. Örneğin tarihe bakarsak bir zamanlar Cicero'nun tüm konuşmaları ve binlerce sayfalık orta çağ metinleri insanlar tarafından ezberleniyordu. İşte bütün bu ''büyü''nün sırrı The New York Times'ın En Çok Satanlar Listesinde de yer almış olan  bu kitapta....

Devamını okumak için tıklayın...

Freud'a Ne Yaptık da Çocuklarımız Böyle Oldu ?

     20. yüzyıl ana-babalarının çoğu itaat anlayışıyla yetiştirilmişti. 20. yüzyılda ortaya çıkan tüm değişikliklerden sonra bu şekilde yetişen ana babalar çocuklarını nasıl yetiştirecekler ? Artık herşeyi yeni baştan düşünmeleri gerekiyordu ve çocuklarına kendileriyle eşitmiş gibi davranmaya başladılar. Bunun sonucunda kendilerinin çocuklaşmalarıda sorunlar yarattı.
     Hiçbirşey çocuk gibi davranan bir ana baba kadar güven sarsıcı olamaz. Çocukların ''istediğin herşeyi yapabilirsin'' diyen ana babalara değil, ''Merak etme canım, herşeyi isteyebilirsin, ben tehlikeli olanı yapmana izin vermemek için burdayım'' diyen ana babalara gereksinimleri vardır.
     Psikanalist Catherine Mathelin, bütün bunlardan yola çıkarak yapay bir mutluluk arayışı içinde olan iki ''modern'' aileyi hayali bir sahnede kurguluyor: Kıskançlık, otorite ve zorbalık, boşanma, üvey ana babalar, tek başına çocuk büyütmenin sorunları... Ve danışma sahnelerininde örneklerle birebir verildiği bir kitap.
Devamını okumak için tıklayın...

Emeklilik Sendromu

Aşağıdaki yazı Prof. Dr. Zuhal Baltaş'a aittir.

Emeklilik Özgürlük mü, Yarı Ölüm mü?
Emeklilik her ne kadar yıllarca planlanan ve iple çekilen bir durum olsa da, gelip çattığında kişi kendini yıllardır alışık olduğu bir hayat çizgisinin dışında bulur.

Ülkemizde daha çocuk yaşlardan itibaren kişilere, kendilerine toplumda yer kazandıracak, iyi bir kazanç ve statü sağlayacak hedefler gösterilir. Başkalarının gerisinde kalmamak, kimselere muhtaç olmamak, kendisine gösterilen hedefe ulaşmak için iyi bir öğrenci olmalı, filan okula girmeli, derslerinden başka bir şey düşünmemelidir. Daha sonra bir işe girmek, belirli bir para kazanmak, düzgün bir yaşam standardı elde etmek, bir de ünvan sahibi olmak bir anlamda başarıyla eşanlamlıdır. İnsanlar hayatlarını değer verdikleri amaçlara ulaşmak için değil de, olumsuz koşullardan kaçınmak için yaşarlar. Sabahları onları uyandıran saatin zil sesi bir alarm vermektedir: İşine geç kalırsa cezalandırılabilir. Başarı, “olmak” olarak algılanır, “yapmak” olarak değil. Oysa başarı, “hayat amaçları”na ve “varlık nedeni”ne hizmet edecek bir şeyler yapmaktır. Bunu başaran insanları sabahları uyandıran saatin zili ise fırsatları haber vermektedir.

Başarıyı bir işe sahip olmak, ailesinin geçimini, sosyal ihtiyaçlarını, kendini gerçekleştirmeyi ve kimliğini işinde bulan kişiler, emeklilik anı geldiğinde, yalnızca aylık gelirlerini değil, mevkilerini, toplum içindeki “itibarları”nı, çalıştığı yere ait olma duygusunu, günlük temposunu ve hatta “başarıları”nı da kaybeder. Sudan çıkmış balık gibi, ne yapacağını şaşırır.

Her meslekten insan için emeklilik bir sorun oluşturuyor mu?
Toplumda en gözde meslekleri yürütenler bile, emekli olunca ne yapacağını bilemez, kendini yalnız ve işlevsiz hisseder. Başarı ihtiyacını çoğu kez, geçmiş başarılarla övünerek, güç ihtiyacını yakın çevresini kırıp dökerek, ilişki ihtiyacını içki sofralarında, oyun masalarında karşılamaya çalışır. Yaşama motivasyonunu kaybeden kişilerde, “işe yaramazlık ve değersizlik duygusu” sonucunda, aşırı stres, çevresiyle bağların kopması ve ruhsal sorunlar görülmeye başlar.. Çoğu çalışan için emeklilik özlemle beklenen bir dönemdir. “Bir emekli olayım, Bodrum’a yerleşip balık tutacağım”, “Bir emekli olsam da sevdiğim şeyleri yapsam”... Bu liste uzar gider. Ertelenen hayaller, zamansızlıktan yapılamayan keyifler, kaçırılan kaçamaklar hep emekliliğe bırakılır.


Emeklilikte ilişki yönetimi zorlaşır mı?
Emeklilik her ne kadar yıllarca planlanan ve iple çekilen bir durum olsa da, gelip çattığında kişi kendini yıllardır alışık olduğu bir hayat çizgisinin dışında bulur. Her sabah gittiği yol yoktur. Sürekli gördüğü ve gördüğünde kendini iyi hissettiği insanlar yoktur. Hazır ilişkiler yoktur, ilişkiyi kendisinin bulması ve kurması gerekir. Yöneticinin etrafında onu dikkatle dinleyip, denileni yapan kişiler yoktur. Günde 3 saat görülen bir eş ya da çocuklar, artık 17 saat görülmeye başlanmıştır. İş hayatında ne enerjiyi yükseltmeye yarayan öfke ve kaygılar, ne de coşkuyu artıran başarılar yoktur.


Emeklilikte “Hiç kimse” olmak kaçınılmaz mı?
Türkiye’nin kendisine hedef koyduğu AB üyesi ülkelere baktığımızda, emeklilik olgusunun yalnızca parasal güvenceden ibaret olmadığını görüyoruz. Gelişmiş ülkelerde, emeklilikte maddi olanakların sağlanmasının yanı sıra, bireylerin emekliliğe hazırlanması ve emeklilik sonrası hayatların planlanabilmesi için programlar gerçekleştiriliyor. Bireyin bağlı olduğu kurumlar tarafından verilen bu destek, emeklilikten sonra hayatın sürdürülmesinde kolaylık sağlıyor.


Türkiye bugünlerde Avrupa Birliği içinde yer alabilmenin mücadelesini veriyor. AB üyesi olmanın bir yönü, ekonomik kalkınmanın ivme kazanması, refah düzeyinin artması ise, daha temel bir yönü de Türk insanının daha gelişmiş ve insanca bir yaşam kalitesine sahip olması. Avrupa değerleri ve kriterlerinin özü ve çıkış noktasını insana verilen değer, daha iyi yaşam koşulları sağlamak için insana yatırım yapılması oluşturuyor.

Türkiye AB sürecinde yasal düzenlemeler ve ekonomik uyarlamalar yapma aşamasındayken, insan potansiyelini daha gelişmiş yaşam düzeylerine hazırlamayı da gözden kaçırmamalıdır. Aksi halde, Milli Piyango’dan çıkan ikramiye karşısında dağılan, kazandığı ikramiyeyi nasıl yöneteceğini bilemeyip birkaç yılda tüketen kişilere benzemek işten değil.

Yeni bir yaşama geçişte bireysel özellikler ne kadar önemli?
Emeklilik, kişinin kendini içinde bulduğu, hayatına anlam veren, işinin dışında varlığını zenginleştiren ilgi alanlarını sürdürebildiği yeni bir dönem olmalıdır. Gerek iş yaşamı boyunca, gerekse ilerleyen yaşlarda, bilinçli bir çaba ve profesyonel bir destekle kişinin kendini iyi tanıması ve geliştirmek istediği değerlerinin farkında olması sağlanmalıdır.


Yeni bir yaşama geçişte uyum gücü ve düzeyi, en temel belirleyicidir. Beklenilenin dışındaki zorluklarla başaçıkmanın önkoşulu, alışılmış tutumları, davranışları ve yöntemleri mercek altına koymak, objektif ve güvenli ölçütlerle değerlendirebilmektir. Gelecekle ilgili resmimizi sadece beklentilerimize dayanarak değil, bu değerlendirmelerle paralellik kurarak çizmek uygun olur. İnsanın hazırlıklı olduğu bir durumda bile, değişen şartlara uyum sağlaması bir çaba gerektirir, bilgi ve desteğe ihtiyacı vardır. Yeniliğe ve değişime uyum sağlanabildiği düzeyde denge sağlanır. Burada bireysel ve sosyal ihtiyaçlar, kişilik özellikleri, hayata ilişkin beklenti ve değerler, mesleki yetkinlikler, tecrübe ve ekonomik durum, farklılık yaratan önemli değişkenlerdir.

Türkiye’de emeklilik sendromuna karşı bir sistem var mı?
Ülkemizde bireylerin emeklilik sonrası yaşayacakları “Hayat Krizi” nden korunmaları için oluşturulan ilk sistemin öncülüğünü Baltaş-Eksen yapıyor. Bu sisteme “Aktif Emeklilik Programı” adını veriyoruz.


Ne yazık ki ülkemizde insana yatırım yalnızca, iş hayatı ekseninde kısıtlanıyor. Oysa emeklilik ne hayatın sonu ne de yeni bir başlangıç. Bizler, bireylerin emeklilik sonrası çevreleri ve iç dünyaları ile uyum içinde yaşayabilmeleri için Aktif Emeklilik Programını geliştirdik. 8 günlük bu program çerçevesinde, emeklilik öncesindeki dönemde, kişilerin değerlerini farketmeleri, tercihlerini belirlemelerini sağlıyoruz. Burada önemli olan, kişinin kendini tanıyarak, sistemli ve disiplinli bir süreç içinde kendisine sürdürülebilir bir uğraş seçmesidir. Nelerden zevk aldığını, neleri yapmanın onun kimliği ve kişiliğiyle uyumlu olduğunu, nelerin değerleriyle örtüştüğünü, hangi uğraşı hayat boyu kendine amaç olarak seçeceğini bulmak kritik bir süreçtir. İşte bu nedenle, bu süreçte kişilere profesyonel destek almalarını tavsiye ediyoruz.”

Kurumlar bu programı almak konusunda ne kadar istekli?
Ülkemizde, dünya standartlarında hazırlanan ve Türk kültür değerleriyle uyumlu olarak uygulanabilen böylesi bir program beklendiği ölçüde talep görmemektedir. Emeklilik hayatımızın daha derinlemesine yaşandığı ve tadının çıkarıldığı bir dönemi olmalıdır. Bu dönemde huzuru bulmak, hayatını zenginleştirmek, en az maddi olanaklar kadar önemlidir.


Özellikle kurumların, yıllar boyu emek veren çalışanlarına bir armağan olarak sunabilecekleri Aktif Emeklilik Programı, kişinin yeniden kendini gözden geçirmesine, kendisi ile ilgili haberdarlık geliştirmesine, yeni hayatını tanımlamasına, stresi ile başaçıkabilmesine, yeni iş olanakları yaratması konusunda yetkinlik geliştirmesine ve finansal olarak durumunu gözden geçirmesine yardımcı oluyor. Bu programla, emeklilik yaşı yaklaştıkça paniğe kapılan genel müdürlerin, profesörlerin, işlerinde uzmanlaşmış tüm çalışanların ve henüz çalışma gücünü yitirmeden emekli olan deneyimli iş gücünün, yeniden topluma kazandırılması amaçlanıyor.

Devamını okumak için tıklayın...