Pages

9 Şubat 2013 Cumartesi

Şiddet ve Boyun Eğme

 Genellikle sorulur: Nasıl oluyor da bir Hizbullah üyesi evinin bodrumunda bir insanı işkenceyle öldürüp, parçalara ayırıp gömüyor, sonra da, hiç bir şey olmamış gibi yukarı çıkıp, ellerini yıkadıktan sonra ailesiyle güle oynaya akşam yemeğini yiyebiliyor? Nasıl oluyor da bir "işkenceci" sabahtan akşama insanlara korkunç acılar çektiriyor ve aynı zamanda iyi bir eş, sevecen bir baba, iyilik sever biri olabiliyor? Ya da nasıl oluyor da kişi yıllarca "normal bir vatandaş gibi yaşayıp" günü geldiğinde uçakla Dünya Ticaret Merkezi'ne dalıp kendi de dahil binlerce kişinin ölümüne neden olabiliyor, bir satanist diğer satanistin intiharına yardımcı olabiliyor, bir tarikat lideri müridlerine ölme zamanı geldiğini söylüyor ve 2000 kişi intihar edebiliyor?

Doğal olarak bu soruların tek bir yanıtı yok. Şiddeti değişik boyutlarda ele alabiliriz: Örneğin genetik ve biyolojik faktörlerden, eğitimin öneminden, kişilik patolojisinden ya da iletişim teorisinden söz edebiliriz. Ancak hangi faktör etkili olursa olsun, her politik eylemde olduğu gibi, örgütlü şiddet olaylarında emri bir ya da birkaç kişi verse de, eylemin yürütülmesi için ona uyulması, boyun eğilmesi gerekir. Tarihte toplu cana kıymalar; isyanlardan çok boyun eğme sonucu işlenmiştir. Böylece her örgütlü şiddet olayında boyun eğme, otoriteyle kişiler arasındaki ilişkiyi anlamamıza yarayacak önemli bir kavram durumundadır.

İnsanlık son 80 yılda, şu veya bu nedenle 60 milyon insanın canına kıymıştır. Bunu yapanlar, profesyonel caniler ya da ağır kişilik patolojileri olan insanlar değil, doğal konumlarında birbirine acı vermekten kaçınan kendi hallerinde insanlardır. Örneğin, Nürenberg'de yargılanan Nazi'lere uygulanan Rorschach kişilik testlerinde, bir kişi dışında tümünün sizin bizim gibi normal kişiliklere sahip oldukları görülmüştür.

Otorite, şiddet ve boyuneğme ilişkisini 1970'lerin ortasında ilk kez sistemli bir biçimde Stanley Milgram inceledi.

 Milgram Deneyi

Yer Amerika'da Yale Üniversitesi psikoloji laboratuarı. Deneğin önünde 15 volttan 450 volta kadar elektrik şoku veren kocaman bir alet. Yandaki bir odada bir başkası, elektrikli sandalyeye benzer bir koltuğa bağlanmış durumda. Deneğe, "cezanın öğrenme üzerindeki etkisinin" araştırıldığı, kendisinin öğreten, yan odadakinin ise öğrenci olduğu ve sorulan soruları her bilemediğinde şoku 15 volt arttırması söyleniyor.Aslında aletin şok vermesi söz konusu değil. Sandalyeye bağlanan kişi ise eğitilmiş bir oyuncu.

Araştırmaya katılan 40 kişi, ilkokuldan doktora yapmış kişilere kadar çeşitli mesleklerden meydana geliyor. Şok vermeyi sağlayan düğmeler üzerinde, "Zayıf Şok, Kuvvetli Şok, Tehlike: Çok Ciddi Şok" gibi yazılar yer alıyor. 300 volta kadar, adam her şok verildiğinde tepinmeğe başlıyor, bağırıyor, duvarları yumrukluyor. Şoku veren duraklarsa, araştırmacı, "Lütfen devam ediniz", "Araştırma için devam etmeniz mutlak gerekli", "Başka seçeneğiniz yok, devam edin lütfen" gibi sözler söylüyor. 315 volttan sonra, acıdan bağırıp çağıran adamdan artık hiçbir ses çıkmıyor.

40 kişiden beş tanesi 300 volttan daha yukarı çıkmayı reddediyor. 8 tanesi içeriden artık ne sorulan sorulara ne de verilen şoklara yanıt gelmediği, yani adamın eğer ölmediyse bile hiç değilse bayılması söz konusuyken, 360' volta kadar şok veriyorlar. 26 tanesi, yani %66'sı ise, üzerinde "Tehlikeli: Çok Ciddi Şok" yazan barajı da aşarak son düğme olan 450 voltluk şoku veriyorlar.

Denekler, birkaçı dışında şokları verirken hiç de rahat değiller. Çoğu terliyor, titriyor, dudaklarını ısırıyor, inliyor. En çok gözlenen davranışlardan biri de kahkahalarla gülme. Daha sonra araştırmacıya, bu davranışlarından ötürü çok utandıklarını ama gülmelerinin sadistik bir yanı olmadığını uzun uzun anlatmaya çalışıyorlar. Bir kısmı ise sinir krizleri geçirip, ihtilaçlar içinde kıvranıyor. Hatta bir tanesinde araştırmacı deneyi sona erdirmek gereğini duyuyor.

Evet, 40 kişiden 26'sı kendilerini çok rahatsız da hissetseler, 450 volt şoku tamamlıyorlar. Bu insanlar günlük yaşamlarında, değil başkalarına fiziksel acı çektirmek, bunun düşüncesinden bile nefret eden kendi halinde insanlardır. Tüm yaşamları boyunca, başkalarına acı vermenin kötü bir şey olduğunu duyarak ve bunu benimseyerek yaşamışlar. Araştırmacının isteğine karşı gelmekle hiçbir şey yitirmeyecekler, hiçbir ceza görmeyecekler. Yukarıda aktardıklarımızdan da belli, her yanıyla kendi değerlerine karşı çıktıkları açık. Ama yine de, 40 tanesinden 26'sı, dilinden başka hiçbir araç kullanmayan araştırmacıya boyun eğiyor.

Şiddeti yalnızca kaba kuvvet olarak değil, dili kullanarak karşımızdakinin seçeneklerini daraltmak ve istediğimiz doğrultuda davranmaya zorlamak, yani boyun eğmesini sağlamak olarak alabiliriz. Yani şiddetin çocuğumla, eşimle, beraber çalıştığım mesai arkadaşlarımla kurduğum ilişkilere yayıldığını, kısacası günlük yaşamın neredeyse tümünü kapladığını görebiliriz.

Peki, emirleri nereden alırız?
Devamını okumak için tıklayın...

8 Şubat 2013 Cuma

Beynimizdeki Negatif Eğilim

   Neden bir zamanlar bize yapılan hakaretler, kötü davranışlar beynimizin içine belki de yıllar boyunca yerleşip kalıyor? Niye insanların depresyonu geçiştirmek için fazladan çaba göstermesi gerekiyor?

   Bütün bunlar beynimizdeki “negatif eğilim”den kaynaklanıyor: Beyniniz, kötü haberlere karşı daha fazla duyarlılık gösteriyor. Bu eğilim, o kadar otomatik bir şekilde meydana gelir ki, beynin bilgi işleme sürecinin en erken safhalarında bu keşfedilebilir.

   Örnek olarak, önceden Ohio State University’de, şimdi ise University of Chicago’da çalışan John Cacioppo’nun çalışmalarını ele alabiliriz. Cacioppo, insanlara değişik duygular uyandıracak resimler gösterdi; pozitif duygu uyandıranlar (örn: Ferrari, pizza),
negatif duygu uyandıranlar (örn: kötürüm bir surat, ölü bir kedi) ve
nötr duygu uyandıranlar (örn: tabak, saç kurutma makinesi).

   Aynı zamanda, bu sırada oluşan bilgi işlemenin şiddetini yansıtan ve beynin serebral korteksinde meydana gelen elektriksel aktivite kayıt edildi.

   Cacioppo’nun açıklamalarına göre; beyin negatif uyaranlara karşı daha güçlü bir tepki gösteriyor. Elektriksel aktivitede daha fazla bir dalgalanma meydana geliyor. Bu yüzden, tutumlarımız iyi haberlere oranla kötü olaylardan daha fazla etkilenmektedir.

  Negatif olaylara daha fazla ağırlık vermemiz aslında iyi bir sebepten kaynaklanıyor olabilir ve bizi zarar verebilecek şeylerden koruyabilir. İnsanlık tarihi boyunca, hayatta kalmamızı tehlikelerden kaçma yeteneğimize borçluyuz. Beynimiz, bizim tehlikeleri fark etmemizi kaçınılmaz kılacak ve böylece bunlara tepki göstermemizi sağlayacak sistemler geliştirmiştir.

   Negatif durumlara karşı beynin aşırı duyarlı olması, bu eğilimin yaşamımızın bütün alanlarında da çalışacağı anlamına gelmektedir.

  Bu eğilimin, yakın ilişkilerimizin çoğu üzerinde güçlü bir rolü olduğunu öğrenmek süpriz olmamalıdır. Birçok çalışma göstermektedir ki, çiftler arasındaki ilişkilerde olumsuzluk ve olumluluk arasında ideal bir denge vardır. Sağlıklı evliliklerde, olumlu ile olumsuz arasındaki dengeyi otomatik olarak ayarlayan bir termostat var gibidir.

Kaynak 
Devamını okumak için tıklayın...

Biz Siz Onlar | Şizofreni Belgeseli




Şizofreni hastalığının ne olduğunu, ne şekilde ortaya çıktığını, hakkında bilinen yanlışları ve tedavi süreçlerini, hem uzmanların hem de hastalığı yaşayanların birebir olarak anlattığı ''Biz Siz Onlar'' belgeseli:













Devamını okumak için tıklayın...

Belleğimizi Geliştirmek Mümkün Mü?


Daha önce Einstein İle Ay Yürüyüşü isimli kitabın tanıtımında bahsettiğimiz gibi zihinsel performansı artıran teknikler hakkında Dr. Nurhan Er'in makalesinin bir kısmını paylaşmak istedik. Ayrıca makalenin tamamına yazının sonundaki linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.

    1993 yılının Ağustos ayında Londra’da yapılan II. Dünya Bellek Şampiyonası’nın birincisi, 2 dakikalık aralıklarla sunulan 100 sayıyı ezberlemiş ve yarım saat içinde 1002 adet çift sayı üretebilmiştir. Ayrıca, bir saat içinde 8 deste oyun kağıdının sırasını ezberlemiş ve hatasız olarak hatırlayabilmiştir. Yarışmanın ikincisi, 100 kişinin ismini 15 dakika içinde öğrenerek doğru bir şekilde sıralayabilmiştir. Şampiyonaya katılan diğer bir yarışmacı ise Blackpool’daki otellere ait 15.000 telefon numarasını ezbere söylemiştir (Valentine ve Wilding, 1994).

   Luria’nın (1968) "Bir Mnemonistin Zihni" (The Mind of a Mnemonist) adlı kitabında, yaşamını ve başarılarını anlattığı meşhur deneği Shereshevskii, 100 x 100’lük bir sayı matrisini, sağdan sola, soldan sağa ve yukarıdan aşağıya ezberleyebilmektedir. Shereshevskii, en küçükleri de dahil olmak üzere hiç bir ayrıntıyı unutmamakta ve her şeyi hatırlayabilmektedir.

  Belleğimizin depolama ve işleme faaliyetlerini ancak sınırlı nitelikte gerçekleştirebilmesi, hatırlama yeteneğimizin bizi yanıltabildiğine ilişkin örneklerin yaşanması, hatırlamaya yardımcı stratejiler kullanarak bellek performansının geliştirilebilmesine yönelik araştırmalara yol açmaktadır. Bu konuda yapılan araştırmalar "mnemonik teknik veya sistem"lerin kullanımını içermektedir.

   Mnemonik teknikler aracılığıyla, kişi için anlamsız olan ya da düşük anlamlılığa sahip olan malzemeler anlamlı hale getirilmektedir. Bu tekniklerin temelinde, bellekte daha önceden hazır bulunan malzemelerin, bilinmeyen ya da yeni sunulan malzemeleri çağrıştırması yatmaktadır (Anderson, 1980).

  Higbee’ye (1977) göre, mnemonik teknik veya sistemler, öğrenme ve bellek ilkelerini kullanan bellekteki bilgilere kolaylıkla ulaşmayı sağlayan zihinsel dosyalama sistemleridir (mental filing systems).

   Pavio (1971) mnemonik tekniklerin temelinde en az üç önemli sayıltının yer aldığını belirtmektedir. Sayıltılardan ilkine göre, somut nesneler somut olmayanlardan daha iyi hatırlanır. İkinci sayıltıya göre, hatırlanması gereken malzemelerle somut nesneler arasında bağ kurulması, malzemelerin hatırlanması açısından yararlıdır. Üçüncü olarak somut nesnelerin görsel imgeleri, sözel malzemelerin hatırlanmasını kolaylaştıran araçlar olarak hizmet eder. Bu sayıltılardan hareketle bellekte daha fazla bilginin tutulabilmesini sağlayabilmek için mnemonik sistemlerde aşağıda belirtilen bellek geliştirme ilkelerinden yararlanılmaktadır:
  1. Anlamlılık
  2. Organizasyon
  3. Çağrışım
  4. Zihinde Canlandırma
  5. Dikkat ve İlgi
  6. Bağlama (Link) Sistemi
  7. Yerleşim (Loci) Sistemi
  8. Asma (Peg) Sistemi 
  9. Fonetik Sistem  (NOT: bu ilkeler makalede detaylıca anlatılmıştır.)
  Belleğin geliştirilmesine yönelik yapılan araştırma bulgularına ve bellek yarışmalarına katılan yarışmacıların belirttiklerine göre, mnenonik teknikler kullanılarak daha çok şey hatırlamak mümkündür.

  Örneğin, II. Dünya Bellek Şampiyonası’na katılan bir yarışmacı bu teknikleri kullanmayı öğrendikten sonra yaşantısında meydana gelen değişiklikleri şu şekilde ifade etmektedir: "Belleğim daha organize bir yaşam sürmeme yol açtı. Artık randevu defteri kullanmaya ihtiyacım kalmadı, çünkü randevularımın hepsini aklımda tutuyorum. Çok sayıdaki bilgiyi hatırlayabiliyor ve notlarıma bakmaksızın konuşma yapabiliyorum"(Valentine ve Wilding, 1994).

   Mnemonik teknikler kullanarak, normal performansın ötesinde bir başarı sağlayabilmek için oldukça uzun eğitim oturumları gerekmektedir. Ericsson, Chase ve Faloon (1980), bir üniversite öğrencisinin sayıları hatırlama performansını 6-7 basamaktan 79 basamağa çıkarabilmek için 20 aylık bir eğitim vermişlerdir. Kliegl, Smith, Heckhausen ve Baltes’in (1989) araştırmasındaki eğitim aşaması ise 14 ay sürmüştür. Luria (1968) ise mnemonist Shereshevskii ile yıllarca çalışmıştır. Bellek şampiyonalarına katılan yarışmacılar, şampiyon olabilmek için yaşamlarını belleklerini geliştirmeye adadıklarını belirtmektedirler (Valentine ve Wilding, 1994).

  Mnemonik tekniklerle sağlanan artış, eşyaların rastgele konulduğu bir odaya kıyasla, aynı büyüklükteki başka bir odaya düzenli olarak yerleştirmek şartıyla daha çok şey sığdırabilmeye benzer. "Hiç, bir bilgiyi hangi kitapta okuduğunuzu hatırlamak için öncelikle o bilgiyi, kitabın hangi bölümünde ya da sayfanın neresinde okuduğunuzu hatırlamaya çalıştığınız oldu mu? Bazen sınıf arkadaşlarınızın isimlerini hatırlamak istediğinizde, sınıftaki sıralardan zihinsel olarak geçip her birinin yüzünü gözünüzde canlandırdığınız olur mu?" şeklindeki sorulara evet diyebiliyorsanız, bilgileri hatırlamak için bazen doğal olarak sizin de mnemonik stratejilerden yararlandığınız söylenebilir.

Makaleyi indirmek için tıklayınız.
Devamını okumak için tıklayın...

7 Şubat 2013 Perşembe

Reklam Sektöründe Psikanaliz - Ben Çağı

    İzlediğimiz reklamlar sandığımız kadar masum mu ?  Bir türlü önüne geçilemeyen alışveriş isteğinin kaynağı nedir ? Kendi düşüncelerimizin ne kadarının patenti gerçekten bize ait ?

     BBC tarafından hazırlanan The Century of the Self (Ben Çağı) belgeseli bu tip soruların cevaplarını arıyor ve buldukları yanıtlar birçok insan için pek de iç açıcı değil. 

     Freud'un 1900lerin başında ortaya koyduğu teorileri Avrupa'yı etkilediği kadar ABD'de de büyük yankı uyandırdı. Özellikle ABD'li reklamcılar Freud'un tekniklerinin toplum üzerindede kullanılabileceğini düşünüyorlardı. Bu konuda kendilerine en çok yardımcı olacak isim ise Sigmund Freud'un yeğeni Edward Bernays olacaktı. Bernays amcasının yöntemlerini kullanarak ilk olarak kadınların sigara içmesi konusundaki tabuyu kırarak büyük bir başarı sağladı. Sonrasında ise ABD Bernays ile birlikte yeni ve kendi istedikleri şekilde yönlendirilebilen bir toplum oluşturmaya başladılar. 

     Hayatta gerçekten kendi özgür seçimleriniz olduğuna inanıyorsanız bir kez daha düşünün:














Devamını okumak için tıklayın...

6 Şubat 2013 Çarşamba

''A Dangerous Method''

     Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud, psikanalitik yaklaşımın en büyük ikinci ismi olarak anılan Carl Gustav Jung ve Rus psikanalist Sabina Spielrein'in psikanalizm ile kesişen hayatlarını anlatan bir tiyatro eserinden ve gerçek hayattan birebir şekilde uyarlanmış bir film A Dangerous Method.

     Özellikle ilahi ithaflar açısından farklı konumlarda bulunduğunu bildiğimiz iki isim Freud ve Jung'un film içerisindeki diyaloglarında bu anlaşmazlıkları ve anlaşmazlıklarındaki diğer sebeplerini bulacak, Jung'un terapi sahnelerinde ise psikanalizi daha yakından tanıyacaksınız.
Devamını okumak için tıklayın...

5 Şubat 2013 Salı

Finlandiya Eğitim Sistemi

     Türkiye eğitim sistemleri açısından uluslararası bir değerlendirme sınavı olan PISA'da 2003-2009 ortalamalarında tüm ülkeler arasında sondan 7. Fen Bilimleri alanında sondan 6. Okuma Yeterliliği alanında ise sondan 8. sırada bulunuyor.
     Hemen hemen tüm yıllarda en başarılı ülkeler ise İskandinav ülkeleri, daha önce Danimarka'nın eğitim sistemini ''Danimarka Eğitim Sistemi'' başlıklı yazıda paylaşmıştık. Şimdide Yrd. Doç. Dr. Ali Eraslan'ın Finlandiya'da kendi gözlemleri ile yazdığı Finlandiya Eğitim Sistemi makalesini paylaşıyoruz.     


     Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesinden Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Eraslan ''Finlandiya'nın PISA sınavlarındaki başarısı: Türkiye için alınacak dersler'' adlı makalesinin tamamını yazının sonundaki linkten PDF formatında indirebilirsiniz.


   Özet -  Uluslararası karşılaştırmalı çalışmalardan biri olan PISA projesinde Finli öğrencilerin matematik, fen bilimleri ve okuma becerisi konu alanlarında 2000, 2003 ve 2006 da göstermiş oldukları üstün başarı tüm dünyada özellikle bu çalışmalarda alt sıralarda yer alan diğer OECD ülkelerinde büyük dikkat çekmiştir.  Bu yüzden bu çalışmanın amacı yazarın Finlandiya’daki gözlemleri ve ilgili literatürü kullanarak, Finli öğrencilerin elde ettiği bu başarının arkasındaki eğitim sisteminde öne çıkan dört ana faktörü açıklamak ve bunların farklı bir eğitim sistemi ve sosyo-ekonomik yapıya sahip Türkiye’deki durumla karşılaştırarak Finlandiya örneğinden ne gibi dersler çıkarabileceğimizi tartışmaktır.  Bu dört ana faktör şu şekildedir: (1) öğretmen yetiştirme programı, (2) geleneksel okul yaşamı, (3) kültürel olarak öğretmenlik mesleğine bakış ve  (4) hizmet içi öğretmen eğitimi.

     Makalenin tamamını indirmek için tıklayın
Devamını okumak için tıklayın...