Pages

6 Mart 2013 Çarşamba

Doğru Bilinen 10 Psikolojik Yanlış

   



     Amerikalı 4 profesör çıkardıkları yeni kitaplarıyla adlarından sıkça söz ettireceğe benziyorlar.

     ''Popüler Psikolojinin 50 Büyük Miti'' adlı kitap yaygın bir şekilde kabul edilmiş bulunan psikolojik yaklaşımların yanlış olduğunu söylüyor.

     Skeptical.com adlı internet sitesinin listelediği, günlük hayatımızda da sık sık başvurduğumuz 10 mit şöyle;






     Beynimizin Yalnızca %10'ununu Kullanıyoruz

     Beyinde sessiz bölge olarak anılan ve ortalama bir insan beyninin sadece %10'ununu kullanıyor cümlesine gerekçe olan kısım sanıldığı kadar büyük değil.

     Araştırmalar gösteriyorki sessiz kısım son derece küçük Ayrıca bilim adamları daha öncede konuşma ve duyma duyuları için çok önemli olan bir beyin bölgesine de ''sessiz bölge'' demişlerdi.

     Bunun bugün böyle olmadığı biliniyor.



     Öfkeyi içinde tutmaktansa ifade etmek daha doğrudur.

    Araştırmalar gösteriyorki öfkeden kurtulmak için bağırmak, duvarı ya da benzeri birşeyi yumruklamak öfkeyi azaltmıyor, aksine arttırıyor. Mesela Amerikan futbolu gibi sert sporlar oynayan sporcuların daha öfkeli olduğu tespit edildi.

     Öfkeyi açığa çıkarmak sadece sorunun kaynağına doğrudan çözüm getiren zamanlarda etkili oluyor. Onun dışında sizi daha da sinirlendirmekten başka bir işe yaramıyor.

     Düşük Seviyede Kendine Saygı Ana Psikolojik Sorunlardan Biridir

     Roy Baumeister ve arkadaşları yaptıkları taramalar sonucunda pek çok araştırmanın bu ifadeyi yanlışladığını buldular. Tespitlere göre kendine az saygısı olan bireylerin insanlar arası ilişkilerinde önemli bir probleme neden olmuyor.

     Alkol ve uyuşturucu kullanımıyla da çok az ilgisi bulunuyor. Ayrıca kendine saygının okul performansına olumlu bir şekilde yansıdığını tespit ettiler. Başarılı öğrencilerin kendilerine saygıları artıyor. En önemlisi kendine saygının düşük olmasının depresyonla yakından ilişkisi olmadığı görülüyor.


     İnsan Hafızası Video Kamera Gibi Çalışır

     İnsan hafızası önemli olayları fotoğraf makinası gibi kaydediyor. Fakat aradan geçen yıllar hatırlanan olaylarda eksikliklere neden oluyor. Yani video kamera gibi herşey aynı kalmıyor.

     Birçok psikolog insan beyninin ''yeniden üreten'' değil ''yeniden inşa eden'' olduğunda hemfikirdirler.

     Hipnoz Uyanıklık Durumundan Farklı ve Nadir Bir Trans Durumudur

     Araştırmalar gösteriyorki hipnozlu insanlar kendilerine söylenen emirlere direnebilir hatta karşı çıkabilir. Karakterlerinde olmayan şeyleri yapmayabilirler.

     Elde edilen verilere göre hipnozlu insanlar oldukça uyanık durumda. Hipnoz alınan cevapları arttırmayı sağlayan bir yöntemden başka birşey değil.




     Zıt Kutuplar Birbirini Çeker mi ?

     Kişiler arasındaki ilişkilerde ''uçlar'' birbirini çekmiyor. Onlarca araştırma ortaya koyuyorki, insanlar kendileriyle benzer karakterdeki insanlarla birlikte takılmayı tercih ediyor. Kendilerinden farklı eğilimleri olan insanlardan uzak duruyor.

     Doğru yaklaşım ''benzer uçlar, benzer uçları çeker'' şeklinde olmalı.


     Mozart Dinlemek Zihni Açar

     Avuturyalı besteci Wolfgang Amadeus Mozart'ın eserlerini dinlemek zekayı arttırmıyor.

     Mozart ya da Bach eserlerini dinleyenlerin test sonuçları hiçbirşey dinlemeyenlere göre daha iyi, ancak bu Mozart ile ilgili değil, bir uyarıcının olması kişiyi daha başarılı kılıyor.




     Yalan Makinası Doğru Sonuçlar Verir

     Filmlerde görmeye alıştığımız, insanların yalan söyleyip söylemediğini kalp atışlarından, vücut ısısından, terlemesinden ve bu gibi fizyolojik değişiklikleri izleyerek anlayan yalan makinası da şehir efsanesi çıktı.

     Yapılan araştırmalar, bu gibi fizyolojik etkilerin kişiden kişiye değiştiğini gösteriyor. Yani doğruyu söyleyen biride yalan makinasına oturduğunda heyecandan terleyebilir.

     Şizofrenler Çift Kişiliklidir

     Şizofrenlerin çift kişilik ya da bölünmüş kişilikli oldukları da tam bir efsane. İnsanlar şizofreni ile bölünmüş kişilik hastalıklarını karıştırıyorlar.

     Bölünmüş kişilik sahibi insanlar birden çok kişiliği içinde barındırıyor. Şizofrenler ise tek kişilik sahibi olmalarına rağmen, ruh durumları değişkendir. Bu sepeple iki hastalık birbirine karıştırılır.

    Dolunay suça eğilimi ve çıldırma vakalarını arttırır

     Latincesi ''luna'' olan ayın dolunay evresine geçmesinin, insanlarda çılgınlık yarattığı düşünülür. İngilizcede çılgınlık ya da delilik anlamına gelen sözcük ise ''lunatic''tir.Yani ay kelimesinden türetilmiştir.

     Konuyla alakalı popüler kültürde yer alan korku filmleri ve kitaplarda insanlarda bu görüşün yer etmesine neden olmuştur. Ancak, gerçekte dolunay ile delilik arasında hiçbir bağlantı yoktur.

Kaynak: Sabah

     
Devamını okumak için tıklayın...

3 Mart 2013 Pazar

Kadınlar Ne İster?

Sık sık sorulur kadınlar ne ister diye. Buyrun cevabı :)


Dış Görünüşün Çekicilikteki Etkisi üzerine çarpıcı bir çalışmayı sizlerle paylaşıyoruz.Kadın psikolojisine pasif bir sezgiyle yaklaşmak bakın nasıl farklılıklar ortaya çıkarmış.


Videoyu izledikten sonra düşüncelerinizi bizimle paylaşın :)


Devamını okumak için tıklayın...

1 Mart 2013 Cuma

İnönü PDR Blog Yrd. Doç. Dr. Baki Duy Röportajı

     1972 yılında Ankara'da doğan Yrd. Doç. Dr. Baki Duy, 1989 yılında girdiği Hacettepe Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünden 1993 yılında mezun oldu. Buradan mezun olduktan sonra ABD'de St. John's Üniversitesinde School Counseling (Okul Danışmanlığı) alanında yüksek lisans eğitimine başlayan Duy, 1996 yılında yüksek lisans eğitimini tamamladı. 
     2003 yılında Ankara Üniversitesi'nde Psikolojik Danışma ve Rehberlik alanında doktorasını tamamlayan Baki Duy 2004'ten beri Yrd. Doç. olarak çalışıyor. Röportajı yaptığımız hafta Malatya İnönü Üniversitesinden, Eskişehir Anadolu Üniversitesine geçen Duy, bu yoğun günlerinde bizi kırmadı ve keyifli bir röportaj gerçekleştirdik:



Öncelikle bu yoğun gidiş hazırlıklarınız arasında bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

     Rica ederim. Gitmeden son isteği de yerine getirelim.

İlk sorumuz hep sizin bizlere ilk sorduğunuz soru olan; neden PDR ?
 (gülüşmeler)

     Bilmeden Pdr diyeyim.Çünkü bizim zamanımızda sizin şuan sahip olduğunuz bir çok olanaktan yoksunduk. Sınav sistemi farklıydı. İnternet denilen bilgi deryası gibi bir araç yoktu. Sınav sistemi o zamanlar şöyleydi:  Sınav 2 aşamalıydı: 1. sınav eleme, 2. sınav ise yerleştirme. Tabi yerleşmeme ihtimaliniz de vardı. Siz sınava girmeden önce puanınızı tahmin edip önceden tercih yapacaktınız. Ben de öyle yaptım. Önceden tercihlerimi yaptım. Ve dediğim gibi mesleki yönlendirme konusunda en ufak bir yardım almadım. Okulumda zaten rehberlik servisi yoktu.

Yani Lisans Eğitiminiz Öncesinde Bölüm hakkında hiçbir fikriniz yoktu.

     Evet, öyle. Yani açık söylüyorum; PDR benim 13. tercihimdi. Tercih yaparken zaten buralara kadar gelmez diyordum. O zaman puanlama sistemi şimdikine benzer bir biçimde yapılıyordu. 6 alt puan vardı. Ve ben o zaman sadece puan türü uygun olduğu için yazmıştım. Hiçbir bilgim yoktu. Kazandığım zaman kocaman bir soru işareti oluştu. Bir boşluk vardı; ne yapacağım, ne okuyacağım diye.Tabi bir taraftan babam sevinmişti. "Oğlum bir de rehberlik kısmı var" dedi. Babam yabancı dile İngilizceye çok önem verirdi. "Acaba mütercimlik gibi bir şey mi?"  dedi. ''Yok baba'' dedim. ''Bunun içinde bir de psikoloji var. Psikolojik danışma falan diyor yani bilmiyorum ki nasıl bir şey.''

     Ama ne mutlu ki özellikle sınıflar geçtikçe, ilerledikçe tesadüfi seçtiğim bu bölümün benim için uygun olduğuna karar verdim. İlgilerime yeteneklerime uygun olduğumu düşündüm.

Lisans eğitiminiz sırasında gelecekle ilgili planlarınızı yapmış mıydınız?

     3. sınıftan itibaren yüksek lisans yapmaya karar verdim. Hatta biz 4. sınıfta o zamanlar diğer öğretmenlik programları gibi formasyon dersleri alıyorduk. Yani eğer Milli Eğitim de çalışmak istiyorsanız bu dersleri almanız gerekiyordu. Şimdiki gibi program içerisinde değildi. O nedenle ben eğitim derslerini almamıştım.
Ben yüksek lisans yapacağım, Akademisyenliği düşünüyorum demiştim. Nitekim de oldu, olmayabilirdi. Dedimya 3. sınıfta sadece niyetlenmiştim.

Neden akademisyenlik?

     Tam hatırlayamıyorum. Galiba daha iyi şeyler yapma düşüncesiydi. Alanda daha çok şey kazanma, kendimi donatma isteğim vardı. Lisans eğitimim yeterli gelmedi bana, daha fazlasını istedim.Ve sevdim. Akademisyenlik bana çok iyi geldi.

Sizce akademisyenliğin, okul rehber öğretmenliğine veya psikolojik danışmanlığa kıyasla ne gibi avantaj ve dezavantajları var?

     Alanda derinlemesine çalışma yapmak, sadece uygulamaya dönük şeyler değil. Özellikle araştırma bağlamında ilgimi çeken dikkatimi çeken konulara yönelmek. Ama ben o zamanlar araştırmadan çok bu alanda ilerlemeyi düşünüyordum.Ve gerçekten daha derinlemesine -psikolojik danışmanlık için olsun, rehberlik için olsun- bilgi edinme fırsatı sunuyor. Tabii araştırma yapma fırsatınız oluyor. Ancak Türkiye'deki akademisyenleri düşünürsek; ders yükümüz çok fazla, biliyorsunuz. Avupada ya da gelişmiş ülkelerdeki ders saatlerinin çok çok üstünde. O nedenle ister istemez uygulamacı yönünüz eksik kalıyor. Ben araştırma görevlisi olduğum dönemlerden itibaren - belki bir yarım dönem hariç- her dönem danışan aldım. Sürekli olarak uygulamacı tarafımı taze tutmaya çalıştım. Ama herkes bunu ne kadar yaptı, yapabildi bilemiyorum.

     Dezavantajları dediniz ya akademisyen olunca maalesef  şartlar sizi daha çok araştırmacı ve eğitmen olmaya zorluyor. Psikolojik danışmaya dair uygulamacı tarafınız sizin insiyatifinize kalıyor. Ben bu konuda insiyatif kullanmaya çalıştım. En son geçen sene 2 danışanım vardı, daha fazla almak isterdim ama gerçekten zorluyor. Bu nedenle bir çok kişiyi geri çevirmek durumunda kalıyorum. Bir çok arkadaşın yaptığı gibi.

Yurt dışında PDR eğitiminin Türkiye'ye göre farklı yönleri nelerdir?

     Birebir karşılığı yok. Amerika'da bildiğim kadarıyla Lisans düzeyinde eğitimi yok. Bir iki yerde birebiri olduğu söyleniyor ama zannetmiyorum. belki yakın diyebileceğimiz yerler olabilir. Açıkçası bize yakın programlar nerede var tam olarak bilemiyorum. Ama Amerika'da yüksek lisans ve doktora düzeyinde var.Batıyı biliyorum dersem çok doğru olmaz ama İngiltere'de yine yüksek lisans ve doktora olarak var.

     Bizim eğitim sistemimiz çok bize özgü. Lisans düzeyinde eğitim verilmesi son dönemlerde çok tartışılan bir konu. Yıldız Kuzgun hoca söylemişti galiba 2000'li yılların başında lisans eğitim programları yerine yüksek lisans olsa şeklinde birşey söylemişti. Ne kadar doğrudur bilmiyorum, çok emin değilim.Çünkü her ülkenin şartları kendine özgüdür. Bizimde gerçekten çok kendimize has bir psikolojik danışmanlık eğitimimiz var.

     Türkiye'de her ne kadar son yıllarda nüfus artış hızı azalsa da genç nüfusu karşılaştırdığımızda çok ciddi bir genç nüfus potansiyelimiz var. Ve bu da okullarda çok ciddi öğrenci sayılarına sebebiyet veriyor.
 Amerika konuşuluyor, tamam Amerikayı bir çok açıdan örnek alıyoruz. Türkiye'deki psikolojik danışmanlık alanındaki ilk uzmanlar da Amerika'daki ilk eğitimlerle buraya gelip mesleğin ilk mezunlarını vermeye çalışmışlar, eğitim programları uygulamışlar. Yani psikolojik danışmanlığın ilk doğuşundan itibaren Amerika'yı yol gösterici bir ülke olarak değerlendiriyoruz. Ancak Amerika'nın şartları farklı Amerika'da 4bin 5bin civarında üniversite var. Sadece 4 yıllık dersek binlerce ve Belki yüzlerce danışma programından bahsetmek mümkün. O nedenle yüksek lisans düzeyinde eğitim verelim demeye kalktığımızda korkarım biz bunun hakkını veremeyiz. Ki biz bu 4 yıllık lisans eğitimi ne kadar yeterli diye soruyoruz. Belki ileride şartlar daha iyi olduğu zaman.

     Avrupada dediğim gibi İngiltere' de olduğunu biliyorum. Diğer Avrupa ülkelerinde durum nedir açıkçası bilmiyorum. Ama şunu biliyorum, duyuyorum: alandaki yerimizin nasıl olduğunu. Geçen yıl Amerikadayken -orada önemli bir kuruluş  var- tüm psikolojik danışmanların lisanslarını veren kuruluşun başkanıyla birlikteydik. Avrupayı'da, Afrika'yı da Güney Amerika'yı da görüyorlar. çünkü kuruluşun uluslararası bir ayağı da var. Ve şunu söylediler Türkiye bir çok açıdan Avrupanın bir çok ülkesinden, Güney Amerikadan ve tabiki Afrika ülkelerinden daha iyi bir yerde. Ama bu bizi rahatlatacak bir şey değil. Gidilecek daha çok yol var. Uzmanlık alanlarımızı geliştirmemiz gerekiyor.

Genel eğitim sistemimizde rehber öğretmenliğin/ psikolojik danışmanlığın önemi nedir?

     Tabi şöyle bir şey var. Günümüz dünyasında insanın olduğu her yerde her zaman için psikolojik hizmetlere ihtiyaç var. Çünkü insan davranışı bundan 100 yıl öncesine göre daha karmaşık hale gelmiş durumda. Ve tabiki karar verme sorunu bugün çok daha aşikar. Belki daha basit düzeyde olduğu için meslek seçimini düşünelim. Duygusal dünyamıza girmeden, daha önemli kararları bize bırakalım. Aslında meslek seçimi de çok önemli bir karar. Ama çok basit gibi görünen bir mesleki yönelim konusunda bile artık öyle bir çeşitlilik söz konusu ki insanın başı dönüyor.Bundan 30-40 yıl önce üniversite programlarını düşünün. Son sınıf öğrencisi o zamanki yaşantıları göz önüne alınırsa akıllarına gelebilecek meslek sayısı şimdikinin belki çeyreği belki de daha azıdır. O nedenle eğer insan varsa, kişiler arası ilişkiler varsa, sosyal ilişkiler varsa, orada her zaman için tabi ki psikolojik hizmetlere ihtiyaç olacak demektir.

     Okullamızda psikolojik hizmetler çok yaşamsal. Sadece bizde değil aslında dünyada da böyle. Nihayetinde insan dediğimiz varlık biyolojik özelliklere sahip. Bir anatomisi var. Belli bir işleyişe sahip düşünen bir varlık, bilgisayar gibi de değil ondan daha karmaşık. Ve duygu dünyası var. Bu duygu dünyasıyla ilgili olarak psikolojisi var. Etkileniyoruz, birçok şeyden etkileniyoruz...

PDR'nin yalnızca okullara rehber öğretmen sağlayan bir bölüm olarak algılanması doğru mu? Bu durum ileride değişebilir mi?

     Rehber öğretmen de demeyelim. Okul psikolojik danışmanı diyelim. Çünkü rehber öğretmen kadrosuna biliyorsunuz alanımızdan olmayan kişiler de atanıyor. O nedenle ben hep ayırma ihtiyacı hissediyorum. Daha dikkatli olmaya çalışıyorum. Okul psikolojik danışmanı demek daha doğru olur.

     Okullarda çok ihtiyaç var. Neye ihtiyaç var? dersek. Bir kere gelişimsel anlamda düşünürsek bireyler gerek gelişimleriyle ilgili gerek yaşadıkları sorunlarla ve alacakları kararlarla ilgili psikolojik desteğe her zaman ihtiyaç duyarlar. Çünkü anne baba bir yere kadar, öğretmen bir yere kadar. O nedenle çok elzem.

     Anne babalar çocuklarına nasıl davranacaklarını, gelişimlerine bağlı olarak meydana gelen sorunlarla ne yapacakları konusunda çok bilgi sahibi değiller. Öğretmenlerimiz de zaman zaman öğrenci davranışlarıyla nasıl başa çıkabilecekleri yada sınıflarıyla nasıl ilgilenecekleri gibi konularda psikolojik desteğe ihtiyaç duyuyorlar. Bu açıdan baktığımızda gerçekten çok elzem. Ama belki şu soru önemli geliyor: "peki bu durum milli eğitim camiasında bu ne kadar görülüyor?"
 tabi rehber öğretmen tanımına bakarak çok doğru veya haklı bir değerlendirme olmayabilir ama buradan bakarsak çok da gereken önemi verdiklerini söylemeyebiliriz.  Ama zaman zaman derslerde de bahsediyoruz. bu durum devletin kadro stratejisiyle ilgili. Şuanda milli eğitimde 2 tür kadro var biri öğretmen diğeri hizmetli. bizleri de hizmetli kadrosunda alamayacakları için öğretmen kadrosunda çalıştırılıyoruz. 3. bir kadro yaratamıyorlar, yada yaratmak istemiyorlar. Daha doğrusu 3. bir kadro olarak uzman derlerse o zaman daha fazla ücretlendirme vs. devreye giriyor. Bu nedenle rehber öğretmen deme yoluna gidiliyor. Bazı yerlerde kullanılmıyor değil. Bu tanım sadece bizde kullanılan bir şey değil onu da söyleyelim.

     Doğru meslek tanımı tabiki "okul psikolojik danışmanı" dır. Eğer aile planlamasıyla ilgili bir yerde çalışıyorsanız; aile danışmanısınız demek daha doğru olacaktır. Aynı şekilde okulda çalışıyorsanız da okul psikolojik danışmanı demek daha doğrudur.

     Pratiğe, uygulamalara genel anlamda  baktığımızda açıkçası okuldaki psikolojik danışma hizmetlerinin yeterince önemsenmediğini yeterince karşılık görmediğini söyleyebiliriz.

Peki, ileride kadroyla ilgili bir sıkıntımız olur mu?

     Bunun kadroyla ilgili olduğunu düşünmüyorum. Genel anlayışla ilgili olduğunu düşünüyorum. eğitime, öğrenciye bakışla ilgili. Maalesef ama maalesef bir çok öğretmenimiz, idarecimiz sorun olduğunda rehberlik servisini hatırlıyorlar. Çoğu zaman da rehberlik servisini bir tamir servisi olarak görüyorlar. Sorun yaşadıkalrı öğrencinin gönderildiği, onun bir şekilde ruh halinin tamir edildiği, davranışlarının onarıldığı bir onarım merkezi gibi görülüyor. Ama öyle değiliz tabi ki. Yani bu doğru bir anlayışın olmadığını da gösteriyor.

ve tabii yanlış beklentiler de....

     Genel olarak baktığımızda zaten çok beklentileri yok. Zaten eğitim camiasında okullardaki varlığımıza gerçek anlamda ne kadar ihtiyaç olduğu bir muamma. Fark edildiğimiz zamanda gerçekçi olmayan beklentilerle fark edilmişiz. Öğrencileri onardığımız, tamir ettiğimiz adeta bir psikoloji tamircisi olarak görüyorlar. tabiki bu yanlış. Ama bunun içerisinde şunu söylemek lazım. Gerçekten bireyi bir bütün olarak değerlendiren ve psikolojik desteğin çok önemli olduğunu gören kişiler de var. Bunu unutmamak lazım.
Şunu söylemekte fayda var. Öğretmenlik programlarında rehberlik derslerinin olması son derece önemli. Hep söylüyorum. Ben bu dersi verdiğim zaman ilk dersimde  neden öğretmen olacak kişilere bu dersin verildiğini sorgulatıyorum. Çünkü günümüz PDR anlayışında rehberlik servisinin tek başına çalışması diye bir şey söz konusu değil. Okulla birlikte diğer bileşenlerle, aileyle birlikte çalışmak durumunda. İşte biraz önce söylediğimiz yanlış anlayışların düzeltilmesi için doğru anlayışın, bakışın kazanılması gerekir. Psikolojik danışmanların öğretmenlerden ve idareden gereken desteği alması için bu dersler son derece önemli.

Üniversitelerdeki PDR eğitimini yeterli buluyor musunuz? Eksik yönleri nelerdir?

     Genel olarak söylersek bir uygulama yeterliliği konusunda sıkıntımız var. Bunun da 2 sebebi var. 1.öğrenci sayılarımızın çokluğu. 2.uygulamayı verebilecek yeterlilikte eğitim almış akademisyen yok, bu yetersiz bir kere. Yani açık söyleyeyim doğru düzgün bir süper vizyon almamış kişiler uygulama dersleri verebiliyor. Yeterlilik noktasında bunu hallettiğimizi düşünelim. Onu bir tarafa koyarsak, Danışma hizmetleri bağlamında yani, evet olabildiğince yeterli olduğumuzu düşünüyorum. Birde kendinizi düşünün arkadaşlar, öğrencilik yıllarında şöyle bir beklenti oluşuyor. Zannediyorlar ki öğrenci 4 yıl boyunca her duruma yönelik olarak olarak, ne yapacağı konusunda bir şeyler öğrensin. Bakın bu mümkün değil. Şöyle düşünün yani bir tıp öğrencisi yetişirken, öğrenciyken, tüm vakaları görebilir mi? Kardiyoloji servisindeyse tüm kardiyoloik vakaları görebilir mi?

     Üniversite düzeyinde verilen mesleki eğitimin ne olması gerektiğine baktığımızda amaç; temel bilgi ve becerileri kazandırıp olabildiğince bunu uygulamaya dönüşecek şekilde harmanlamasını sağlamaktır. Bu herşeye hazır hale geleceğiniz anlamına gelmez. Her duruma yönelik bir şey verilmesi söz konusu olamaz ama temel anlayışın kazanılması, temel bilgi ve becerilerin kazanılması söz konusudur.

     Tabi ki geliştirecek taraflarımız var. ona şüphe yok. Ve şunu da söylemekte fayda var olabildiğince yüksek lisans programlarımızın çok olmasında -ama tabiki yeterliliklerinin sağlanmasıyla birlikte- hem sayı olarak hem de farklı alanlarda bu hizmeti yetkin bir şekilde sunma bağlamında çeşitlendirilmesi de gerekiyor. Şunu söyleyebilirim: sizin kazandığınız beceriler sadece okulda görev yapmayla ilişkili değil. tabiki sınırlı hepsini veremeyiz ama temel düzeyde aile rehberliği, keza mesleki rehberlik çalışmaları yapıp bu dersleri de almaktasınız. Tabi arzu ettiğim şu, yüksek lisans düzeyinde programların çeşitlendirilmesiyle birlikte sizlerin kendinizi bu alanın belirli bir dalında geliştirmenizi sağlayacak çeşitliliğin olması. Bizim genel PDR programının yanına bir meslek danışmanlığı programının da eklenmesi çok elzem görünüyor. Çünkü meslekler dünyası çok gelişmiş durumda kariyer danışmanlığı çok önemli ve maalesef şu an kariyer danışmanlığı konusunda bizim alanımız dışında işletmeden, iktisattan, şurdan burdan bir sürü kişi var. Ordan burdan aldıkları insan kaynakları yönetimi vs sertifika programlarıyla kendilerini bu alanda yetkin görüyorlar.

     Aile-evlilik danışmanlığı, ruh sağlığı danışmanlığı, özel eğitime yönelik rehabilitasyon danışmanlığı,bağımlılık danışmanlığı gibi alanları ileride bekliyoruz. Ama şuan ki programa en kısa sürede Aile-evlilik danışmanlığı ve ruh sağlığı danışmanlığı eklenmelidir. ki yurt dışına giden öğrencilerimize de onları öneriniyorum. Önünüz çok açık olur, Türkiye'ye iyi şeyler kazandırırsınız diyorum.

İnönü PDR nin diğer üniversitelerin PDR bölümlerine göre konumu nedir?

     Açıkçası böyle bir kıyaslama yapmak çok zor. Ama bazı veriler yok mu, var. Yani onu söyleyelim. Şurda burda demek çok doğru olmaz. yani nasıl sınıflandırabiliriz bilmiyorum ama yeterlilik bakımından programları 1yetersiz,  2yeterli, 3oldukça yeterli, 4 çok yeterli olarak ayırırsak; -mevcut uygulamalara bakarak- İnönü PDR'yi 3 ile 4 arasında bir yerde görüyorum. Elbette mevcut parametleri dikkate alarak, olması gerekeni dikkate alarak değil. Eğer öğrenci sayımız böyle olmasaydı ve tabiki 2. öğretimimiz olmasaydı: Yani öğrenci sayımız 35-40larda kalsaydı. Rahatlıkla 4. grupta yer alabileceğimizi söylerdim. Şunu söyleyelim öncelikle uygulama derslerini çok önemsiyoruz. Ama maalesef bu önemsemeyi, titizliği söylediğim sebeplerden dolayı yeterince aktaramıyoruz. Özellikle uygulama alanındaki yetersizliklerimize rağmen bir çok programdan daha iyi durumda olduğumuzu söyleyebilirim. Ama daha fazlasını yapmak lazım, Aslında daha fazlasını da yapıyorduk. Öğrencimiz makul sayılardayken danışmanlık uygulamaları 2 dönem sürüyordu. Yani uygulama son sınıfta 1 yıla yayılıyordu. Tabi bu sadece bize kalmıyor. Yüksek öğretimdeki politikalara, eleman yetiştirme politikalarına çok bağlı.

Psikoloji PDR öğrencilerine önerileriniz nelerdir?

     Söylenecek şey çok tabi... Bir kere kesinlikle ve kesinlikle dersteki materyallerle, ders kitaplarıyla sınırlı kalmamanız gerekiyor. Herşeyi bizden ve dersten beklememeniz gerekiyor. Nihayetinde insanla çalışıyoruz. İnsanları da sadece derslerle anlamanız, onlara yardımcı olmanız yeterli olmayacaktır. İnsana dair, insan davranışlarına dair bakış açınızın gelişmesi çok önemli. Bu nedenle felsefe çok önemli. Felsefeye yönelik kitaplar okumanızı öneririm. Klasikler de bence insan davranışlarını anlama konusunda oldukça önemlidir. Onları da okumalısınız. Ve tabiki alanın duayenlerini, özellikle kendi yayınlarından okumalısınız. Bir çok kitap zaten Türkçeye çevrilmiş. Yani kuramları sadece kişilik kuramları kitabından değil Freud'un kendi yazısında okumak, düşüncelerini doğrudan okumaktan bahsediyorum.

     Ve tabi ki her fırsatta uygulamacı tarafınızı güçlendirmelisiniz. 4. sınıfa geldiklerinde öğrencilerimiz maalesef işin kolayına kaçmayı o an için daha iyi görüyorlar.Ne kadar az danışman o kadar az yük diye düşünüyorlar. genelde mırın kırınla başlanılır "ne kadar çok iş var." denilir. Evet, çok iş var. ama bitirirken o kadar çok iş yapmanın kendilerine kattıklarını görmenin mutluluğu olur. O nedenle dediğim gibi her fırsatta  uygulamacı tarafınızı güçlendirmelisiniz. Okullara gidiyorsunuz değil mi? Grup rehberliği çalışmaları yapacaksınız. Oradaki serviste insanlara yardımcı olacaksınız. Fazlasını yapmak için uğraşın. 4. sınıfa geldiğiniz de danışmanınız, süper vizörünüz size 2 danışan yeterli mi dedi. siz 3-4 danışan bulun. Çünkü bir çoğunuzun yüksek lisans yapmayacağı aşikar. O nedenle başınızda yönlendirebilecek bir otorite, uzman varken bence olabildiğince çok vaka görün. Bir ustanın yanında kırın dökün dökecekseniz. Çünkü sonra dökünce toparlamak zor. Bir danışman eşliğinde daha emin adımlarla gidersiniz. Toparlamanız daha mümkün olur.

     Kesinlikle özellikle Yüksek lisans ve doktora düşünen arkadaşlarım için kendilerini azımsamamalarını tembih etmek isterim. Sahip olduklarınız sizi çok iyi yerlere taşıyabilecek durumda. Kendi yeterliliklerimizi genelde azımsadığımızı görüyorum. Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür misali öğrencilerde Boğaziçinden Egeden ne bileyim ordan burdan mezun olanların kendilerinden daha yetkin olduklarını düşünme eğilimi olabiliyor. Hayır neticesinde bu bir sınav. Bizim programlarımıza öyle puanlarla gelenler var ki istedikleri her yere gidebilirlerken çeşitlli sebeplerden dolayı burayı seçmişler. o bir tarafa yüksek lisans koşullarına baktığımız zaman sizin bu 4 yılda yaptıklarınızın etkisi en az. Mesela ALES en çok etkiye sahip. Sonra yurtdışı bursluluk sınavları var, kesinlikle tavsiye ediyorum. Çok büyük ağırlığı ALES. Yani neredeyse sadece ALES. Okul puanı sadece başvuru koşulu olarak var. Onun dışında tek başına ALES puanınıza bakıyorlar.

ALES'de kaç puanlarda söz ediyoruz?

     85'leri 87'leri geçmeniz gerek. Yani 90'lara yaklaşmanız lazım. Şöyle söyleyeyim. Giderek puanlar yükseliyor, sınava giren kişi sayısı arttıkça rekabet de artıyor. Dolayısıyla da puanlar yükseliyor. Bizim öğrencilerimizden benim bildiğim 92- 94 alanlar var.

     Yabancı dil ülkemizde özellikle yurtdışına gidecek olsanız da dil kursu olanakları devlet tarafından sağlanıyor. Ama niye daha iyi olmasın? Dil yeterliliğinizi geliştirmeniz çok önemli. Psikolojik danışma alanındaki lider ülke kim ne derse desin Amerika ve dili ingilizce. Bu nedenle yüksek lisans düzeyince çalışma yapabilmek için ingilizce alanında yeterliliğinizin olması gerekiyor. Dilinizi geliştirmek için biresel çalışmalar yapmanızı salık veririm. Kesinlikle ve kesinlikle olmaz demeyin. Siz çalışın, uğraşın. hedefleyin. Gerekenleri yaptığınız halde olmuyorsa çıtanızı bir birim aşağı düşürürsünüz. Nihayetinde sizlere ihtiyacımız var. Biliyorsunuz Türkiye'de son yıllarda istihdam şartlarının da iyi olmasının büyük etkisiyle PDR alanına ciddi bir ilgi var. Türkiye'de yaklaşık 2 yıl önceki çalışmalara göre 60'a yakın program var. Özel üniversiteleride sayarsak geçen 2 yıllık zamanda göz önüne alındığında rahatlıkla 60'ı geçmiştir diyebilirim. Tabi bu da başka bir sorun. Hormonlu gıdalar gibiyiz biraz. Kontrolsüz ve nitelikle ilgili sorunlarla beraber çoğalıyoruz. Hormonlu bir çileğin doğal bir çileğin tadını vermemesi gibi bu kadar çok sayıyla istendik mezunlar elde etmek mümkün değil gibi geliyor bana. O nedenle sizlere ihtiyacımız var diyorum. Alanda yetişmiş, Yeterliliği yüksek akademisyenlere ihtiyacımız var. Tabii bazı arkadaşlar lisans eğitimiyle yetinebilirler. Yani ben okulda çalışırım yeter bana diyebilirler. Ama özellikle daha fazlasını isteyen arkadaşlarımızın yollarında ilerlemelerini, kendilerini mesleki olduğu kadar ALES ve yabancı dil konusunda da geliştirmelerini öneriyorum.

Site projemiz hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Ne gibi tavsiyeleriniz olabilir?

     Takipçilerinizden gelecek destekler çok önemli. Sadece sizin götürmeye çalışmanız hem sizi yorar hem de yeterli olamayabilirsiniz. Onlara sormanız iyi bir seçenek olabilir. Ne görmek isterler? hangi alanlarda yardımcı olabilirler? Şunu göreceksiniz farkında olmadan birçok şey kazanacaksınız bu çalışmalarınızla. İyi bir şey yapıyorsunuz bence.

Bizim sorularımız bu kadar, zaman ayırdığınız için tekrar teşekkür ederiz.

     Rica ederim. Bende kolaylıklar dilerim sizlere.
Devamını okumak için tıklayın...

28 Şubat 2013 Perşembe

Yetişkinlerin Çocuklardan Öğreneceği Çok Şey Var




Dahi çocuk Adora Svitak dünyanın "çocuksu" düşünmeye ihtiyacı olduğunu söylüyor: cesur fikirler, çılgın yaratıcılık ve özellikle iyimserlik. Yetişkinlerin çocuklara öğretmek kadar onlardan öğrenecekleri şeyler olduğunu kabul etmeleri durumunda çocukların büyük düşlerinin büyük beklentileri hak ettiğini düşünüyor Adora.




Devamını okumak için tıklayın...

En Etkili 10 Psikoloji Deneyi


     Psikoloji insan davranışı ve doğasıyla ilgili olan zihinsel süreçleri inceler. Psikoloji bilimi tarihinde dikkate değer birçok deney vardır. Bazı deneyler, kabul etmek istemeyeceğimiz, fakat en azından alçak gönüllü olmamıza yardımcı olan; insanların düşünce ve davranışları hakkında yol gösteren önemli araştırmalardır. Brainz.com bu deneylerden en etkili 10 tanesini yayınladı. Bunların dışında da önemli bir yere sahip birçok deney var. Sizler de aklınıza gelen önemli deneylerden ‘Yorumlar’ kısmında bahsedebilirsiniz.

1. : ‘Sineklerin Tanrısı’: Sosyal Kimlik Kuramı

     Robbers Cave deneyi, Oklahoma devlet parkında 11 yaşındaki erkek çocuklardan oluşan iki grupla yapılmıştır. Deney, insanların nasıl kolayca grup kimliğine adapte olduğunu ve grubun dışındakilere önyargı ve düşmanca tavırlar göstererek dejenere olduğunu gösteriyor.

     Araştırmacı Muzafer Sherif 3 seri deney yapmıştır. İlkinde gruplar ortak bir düşmana karşı bir araya getirilir. İkinci olarak gruplar araştırmacılara karşı bir araya gelir. Son olarak da deneyde gruplar birbirlerine karşı pozisyonda olurlar.

2. Standford Hapishane Deneyi: Gücün Etkisi

     Çok eleştiri alan bu deneyde araştırmacılar insanın kalbindeki şeytani derinlikleri su yüzüne çıkartmış ve kısa bir süre sonra deney sonlandırılmıştır.

     Psikolog Philip Zimbardo, katılımcılarını ‘mahkum’ ve ‘gardiyan’lar olmak üzere iki gruba ayırır. Deney Standford Üniversitesi’nin bodrum katında oluşturulan yapay bir hapishanede gerçekleştirilir. Mahkumlar önce tutuklanıp, tüm giysileri çıkarılarak aranmış, saçları traş edilmiş ve diğer suistimallere maruz kalmıştır. Gardiyanlara ise jop verilir.

     Mahkumlar ikinci günde isyan eder ve buna karşın gardiyanların yanıtı hızlı ve şiddetli olur. Çok geçmeden, gardiyanlar kendi rollerini diğerlerini kışkırtarak ve suistimal ederek tamamen benimser, mahkumlar ise daha uysal ve itaatkar davranır.

     Bu deney insanların şeytani eğilimlerini doğrulayan bilimsel kanıtlardan biridir. Deneyin 14 gün sürmesi tasarlandığı halde, artan şiddet sebebiyle 6 günde bitirilmiştir.

3. Otoriteye İtaat: İnsanın Zalim Olma Kapasitesi



     1963’te psikolog Stanley Milgram, insanlara zarar verilmesi emredildiğinde insanların otoriteye olan itaat eğilimlerini test etmek için bir deney düzenler. Dünya halen İkinci Dünya Savaşında Almanya’da korkunç şeylerin nasıl gerçekleştiğini merak ediyor. Milgram’ın denekleri ‘öğretmen’ ve ‘öğrenciler (deneyden haberdar oldukları gizlenir)’ olarak ikiye ayrılır. Öğretmenler yanlış cevapladıklarında öğrencilere elektrik şoku verirler. Daha kötüsü, onlara yanlış cevaba devam edildiğinde şokun artırılması söylenir.

     Başka bir odada olduğu için görünmeyen fakat çığlıkları ve haykırışları duyulan öğrencilere rağmen (aslında hepsi sahte), labaratuvar görevlileri emrettiklerinde öğretmenler daha şiddetli şok vermeye devam eder. Hatta öğrencilerin bilincini kaybettikleri söylendiğinde bile devam ederler! Sonuç? Sıradan insanlar otoritenin emirleri doğrultusunda her türlü etik ve ahlak dışı şeyler yapabilir hale gelebiliyor.

4. Uyum: Yalan Söyleyen Gözlerine İnanma

     Grup dinamikleri ve önyargılarını ele alan sosyal kimlik kuramı psikologları, grup üyelerinin aralarındaki uyumu sağlamalarının ne kadar doğal olabileceğini incelediler. 1951 yılında Solomon Ash, bireysel yargının grup tarafından ne kadar etkilenebileceğini belirlemeye koyuldu.

     Test esnasında üniversite öğrencilerinden, kesin yanlış cevap veren (rol yapan) diğer katılımcıların ardından bir karar vermeleri istendi. Sonuçta katılımcıların yarısı kendilerine sıra geldiğinde aynı yanlış cevabı verdiler. Katılımcıların %25’i yanlış cevap verenlerin egemenliğini reddederken sadece %5’i herzaman kalabalığı takip etmiştir. Bulgulara göre insanların üçte biri doğru bildiklerini görmezden gelip grubun ısrar ettiği yanlışı seçiyor. Bir kişi grubun etkisi altındayken sizce başka neler yapabilir?

5. Kendimize Karşı Yalancılık: Bilişsel Uyumsuzluk (Cognitive Dissonance)

     Biri insanların kendi hislerini, inançlarını ve arzularını görmezden gelmede ya da kendilerine yalan söylemede (ve bununla paçasını kurtarmada) oldukça iyi olduğu konusunda şüphelenmeye başlamış olmalı. 1959’da psikologlar; bir kişi kendi deneyimlerini ne kadar görmezden gelebilir, hatta doğru olmadığını bilmesine rağmen karşısındakini ikna etmeye yardım edebilir mi diye görmek istedikleri için yalanın seviyesi üzerine bir deney tasarladılar.

     İnsan kapasitesinin bilişsel uyumsuzluğu sürdürmesi, iyi dizayn edilmiş birçok deney sayesinde doğrulanmıştır. Bu kapasitenin bir gruba katılma ve uyma, kendi değer ve inançlarımızın diğerlerininkiyle desteklenme isteğiyle bağlantısı var. Belki bu eğilimleri bilerek, kendi yalanlarımıza fazla inanmaktan kaçınmayı öğrenebiliriz.

6. Hafıza Manipülasyonu: Ne Gördüğünü Gerçekten Biliyor Musun?

     1974’te araştırmacılar hafızanın güvenilirliğini ve gerçeklerin manipüle edilip edilmediğini test etmek için bir deney hazırladılar. 45 kişi araba kazasına dair bir film izlediler. Bu kişilerden dokuzundan arabanın ‘çarpma’ anında ne kadar hızlı gittiğini değerlendirmeleri istendi. Diğer gruptan dördüne hemen hemen benzer bir soru soruldu fakat çarpma kelimesinin yerine ezmek , çarpışmak, vurmak ve değdi kelimeleri kullanıldı.

     ‘Çarpma’ kelimesini içeren sorular için arabaların hızları, ‘değdi’ kelimesini içerenlere göre 10 mil daha hızlı olarak değerlendirildi. Bir hafta sonra katılımcılara kırılan camlar (kazanın daha ciddi olduğunun göstergesi olarak) ve filmde olmamasına rağmen kırılan camı hatırlamalarını daha çok kolaylaştıracak diğer kelimeler kullanıldı. Tek bir betimleyici kelimenin bile hafızamızdaki bir olayı degiştirebilmesi oldukça etkileyici gözüküyor!

7. Sihirli Hafıza Numarası: 7

     Psikolog George Miller 1956 yılında, 7 rakamının zihinde bilgi tutarken ya da gazete okurken anahtar sayı olduğunu iddia etti. Kimi zaman daha çok kimi zaman da daha az; fakat rakam herzaman 7 civarındaydı. Miller bunun üzerine kısa süreli hafızada tutulabilecek sayının ‘sihirli’ 7 olduğu (+/- 2) kuramını geliştirdi.

    Yakın dönemdeki çalışmalar insanların grup şeklinde bilgileri kısa süreli hafızada tutabildiklerini (normalden daha fazla bilgiyi içerebildiği halde) ve bunların da 7 rakamıyla ilişkili olduğunu (+/- 2) buldular. Belki de insanların kültürel inanç sistemlerinde 7’nin özellikle önemli olmasının nedeni budur!

8. Kitle Paniğinin Anatomisi: Dünyalar Savaşı
     Orson Wells 1938 yılında H.G. Wells’in War of the Worlds adlı romanının bir adaptasyonunu radyoda yayımladı. Bu durum, yayını dinleyen yaklaşık 6 milyon kişiden 3 milyonu için paniğe sebep oldu. Princeton psikologları daha sonra New Jersey sakinlerinden 135’iyle radyo yayınına verdikleri tepki üzerine görüşme yaptı.

     Endişelenen insanların büyük bir çoğunluğu -en eğitimlileri bile- yayının geçerliliğini asla test etmemiş ve sadece radyo yayını olduğu için (otoriter güç) itimat etmişler. Günümüzde bu kadar kolay kanmayacağımızı düşünebiliriz, fakat çok da emin olmayın. Medyanın duygularımız ve isteklerimiz üzerindeki manipülasyonu düşünün!

9. Pazarlık Masası: Tehditler İşe Yaramaz
  Neyse ki, bireylerin davranışları, grupların davranışsal ‘norm’larından daha az yanıltıcı ve daha az şiddetli. Bireyler ve gruplar arasındaki diplomasi sahasında, insanlar diğerlerinden istedikleri ya da ihtiyaç duydukları imtiyazı almaya çalışırlar. Genellikle mübadele etmekten vazgeçmezler. Araştırmacılar Morgan Deutsch ve Robert Krauss 1962’de insanlar arasındaki anlaşma sanatına ilişkin iki faktörü incelediler: iletişim ve tehtid.

      Ekonomiyle ilgili bu karışık deney sonucunda, ister tek taraflı ister iki taraflı koalisyonlarda karşılıklı ilişkiler kurmanın her grup için daha yararlı olduğu bulundu. Kapitalist rekabetçiler için tam olarak heyecan verici bir durum olmasa da şu anki ekonomik durumda iyileşme süreci için bu deneyin sonucunun akılda tutulması faydalı olabilir.

10. Risk Davranışı: İhtimal Teorisi
     Psikoloji insan davranışı ve doğasıyla ilgili olan zihinsel süreçleri inceler. Psikoloji bilimi tarihinde dikkate değer birçok deney vardır. Bazı deneyler, kabul etmek istemeyeceğimiz, fakat en azından alçak gönüllü olmamıza yardımcı olan; insanların düşünce ve davranışları hakkında yol gösteren önemli araştırmalardır. Brainz.com bu deneylerden en etkili 10 tanesini yayınladı. Bunların dışında da önemli bir yere sahip birçok deney var. Sizler de aklınıza gelen önemli deneylerden ‘Yorumlar’ kısmında bahsedebilirsiniz.




Kaynak: Ruh Doktoru

Devamını okumak için tıklayın...

21 Şubat 2013 Perşembe

Duygular-Kıskançlık

 Uzman Psikolog Dilek Doğu'ya ait yazıyı sizlerle paylaşmak istedik.

Duygu; insana has ve insanın içinde bulunduğu durumu anlatan bir sözcüktür. mutlu-mutsuz, öfkeli-korkulu-coşkulu gibi…

Düşüncelerden kaynaklanan duygular yaşantısal eylemlerle değişkenlik gösterir.

Sınavına yeterince hazırlanabilmiş bir öğrenci ile hazırlanamamış bir öğrencinin sınav ortamını farklı algılaması düşüncelerden kaynaklanır ve fizyolojik belirtilerle de gözlenebilir. Birisi için aynı ortam heyecen veren bir yarış gibi algılanırken diğeri için bir tehdit veya tehlike gibi algılanabilir. Kimisinde güven, umut, heyecan yaratırken kimisinde de sıkıntı, kaygı ve korku yaratır.

Duygular, bilişsel ve fizyolojik tepkilerle ortaya çıkar ve davranışları belirler. Hayranlık, gurur, heyecan, sevgi, aşk, coşku gibi duyguların yanında haset, kıskançlık, korku, nefret, öfke gibi yakıcı zorlayıcı duygular da vardır.

Bugün varlığı ile kişiyi zorlayan, bunaltan ve sonunda istenmeyen davranışlara götürebilen yakıcı duygulardan kıskançlık tan bahsetmek istiyorum.

Kıskançlık; hemen her yaşta, her kültürde ,her insanda varolabilen bir duygudur. Uzun yıllardan bu yana felsefe, edebiyat, sosyoloji, antropoloji, klinik psikoloji ve sosyal psikolojinin konuları arasında yer almıştır.

(1948-1980) Kurt Lewin kıskançlığın ; “karmaşık bir duygu oluşunu yalın bir kavram ve duygu değil,duygular ve tepkiler karmaşasıdır” diye açıklamıştır.

İlişkiler açısından kıskançlık önemli ve değer verilen bir kişinin başka bir kişiyle ilişki kurması ya da kurulabilir kaygısıyla başlayan, öfke, mutsuzluk ve korku duygularıyla beslenen yakıcı bir duygudur.

İlişkiler söz konusu olduğunda, kadınlar mı? erkekler mi? daha kıskançtır? sorusuna kıskançlıkla cinsiyet arasındaki ilişkiyi ölçmek için Pines ve Aronsan (1983) bir araştırma yapmışlar ve kıskançlık düzeyi açısından bir farklılık bulamamışlardır.

Kıskançlık ve yaş arasında da araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalardan bazılarına göre anlamlı, bazılarına göre de anlamsız bir ilişki (koralasyon) vardır.

Ancak (zihinsel, nörolojik, bellek sorunları baş gösteren ) ileri yaşlarda kıskançlık hezeyanları yaşayanların, eşlerini oğullarından hatta torunlarından kıskandıklarını gözlemekteyiz.

White’ın kıskançlık duygusunun düşük benlik saygısı ve yetersizlik duygularının sonucudur varsayımını bazı araştırmalar desteklerken, bazı araştırmalar da kıskançlık ile düşük benlik saygısı ve yetersizlik duygusu arasında anlamlı bir ilişkinin bulunmadığını göstermektedir.

İlişkiler açısından bakıldığında, kıskançlıkla baş etmede şu iki noktadan söz edebiliriz.

1-İlişkiyi korumak

2-Benlik saygısını korumak

Bryson da 1991 yılında yaptığı araştırmada bu iki yönde hem kadınların hem de erkeklerin benzer çabalar içinde olduğunu saptamıştır.

Çeşitli araştırmaların sonuçlarına bakarak söyleyebiliriz ki; genel olarak kadınların daha çok duygusal , erkeklerin ise saldırganlığa dayalı fiziksel tepkiler verdiklerini gözlemekteyiz. Bağırma, küfür, tehdit, takip, fiziksel şiddet, kısıtlama, ilişkiyi bitirme, cana kast gibi….

İlişkideki doyum arttıkça ve ilişkini süresi uzadıkça kıskançlığın azaldığını hem araştırma sonuçlarına hem de gözlemlerimize dayanarak söyleyebiliriz. İlişkinin türü de (evli veya evli olmamak) kıskançlık duygusunun şiddeti, süresi, verilen tepkiler açısından farklılıklar göstermektedir.

Evli olmayanların evli olanlara nazaran daha fazla duygusal ve bilişsel tepkiler verdikleri,
(querreo ve arkadaşları)1993 de yaptıkları araştırmada evli olmayanların evli olanlara kıyasla daha fazla yıkıcı baş etme yöntemlerine başvurduklarını saptamıştır.

Buunk 1981 de yaptığı araştırmada evli olmayanların evli olanlara göre daha fazla kıskançlık gösterdikleri sonucuna varmıştır.

Toplumda kıskançlık duygusunu daha çok erkeklerin yaşadığı inancından yola çıkarsak;eşini, sevgilisini, nişanlısını kaybetme korkusu yoğun kıskançlık duygusu yaratır ve giderek artan kıskançlık duygusu eleştiri, yargılama, suçlama, kısıtlama, herşeyine (kıyafetine,arkadaş, aile, dost ilişkilerine,işine,mesleğine) müdahalelerle kadına zarar vermeye başlar. Hakaret, şiddet ve cana kasta kadar gider.

Aşırı ilgi ve vericiliğin, sevgisini aşırı jestlerle gösteren davranışların altında da partnerini kaybetme korkusu yatar diyebiliriz. Eşine sevgisini, ilgisini göstermeyi zayıflık olarak gören ve böyle koşullanan erkek, güçlü görünmek adına kaygı ve korkularını saklayacak, olumlu, güzel duygularını da kadınını şımaracağı, onun tarafından kullanılabileceği düşüncesiyle paylaşmayacaktır. Kadın önemsenmediği, anlaşılmadığı, sevilip beğenilmediği duygusuyla; erkek de kaybetme korkusuyla paylaşımı az olan döngüsel ve kısır bir ilişki içinde mutsuzlukları biriktirmeye başlayacaklardır. Bu mutsuzluklar ve doyumsuzluklar, yalnızlıkları ve ayrılıkları, boşanmaları getirebilecektir.

Kıskançlık hemen her insanda derece farkıyla bulunan bir duygu olup, özellikle romantik ilişkilerde çoğu insanın en azından bir kez hissettiği bir duygudur. Kıskançlık; gerçek bir nedene dayanıyor ise sağlıklı, gerçek bir nedene dayanmıyor ise sağlıksız bir kıskançlık diye nitelendirilebilir. Sağlıksız kıskançlık; ilişkilerde ilişkiyi zorlayan, riske eden en önemli sebeplerdendir. Kıskanan kişi yoğun bir kaygı,korku,öfke üçgeniyle , kıskanılan kişi de kontrol edilmenin, baskı ve kısıtlamanın sıkıntısıyla bunalır ve ilişki içinden çıkılamaz bir hal alır.

Toplumsal koşullanmalar dozunda kıskançlığı destekler. İlişkinin başında ilişkiye sahip çıkılmak, önemsenmek, arzu edilmek, benimsenmek, kabul görmekle eşleştirilen kıskançlık oyunları hoş görülebilir, ancak patolojik, marazi kıskançlığa giden davranışları sergileyen kişileri uzak durulması gereken partnerler,kişiler olarak görmek gerekir diyebiliriz.

Kıskançlık çok can acıtıcıdır. Çünkü; kıskançlıkta kıyas, karşılaştırma vardır. Bir başkası

-daha güzel,
-daha alımlı,
-daha akıllı,
-daha zeki,
-daha başarılı,
-daha imkanlı,
-daha zengin,
-daha çok istenen ve tercih edilendir……

Bu duyguyla baş edebilmesi için kişinin kendi özsaygısını kazanabilmesi,kendi özelliklerini, güzelliklerini, başarılarını görmesi farkındalık kazanması ve destek alması gerekir. Bu desteği sağlayacaklar yakın aile çevresi, dost ve arkadaşları, önemli destek gruplarıdır. Elbette psikoterapinin önemini de göz ardı etmeden, kişinin kendi isteğiyle bir danışmadan psikoterapi alması başarıyı arttıracaktır.
Devamını okumak için tıklayın...

İnsanların Psikolojik Danışmanlığa Bakış Açısı

     Bu anket 23 Şubat 2006 ile 16 Ekim 2009 tarihleri arasında Psikoloji PORTALI sitesinde uygulanmış ve yaklaşık 4 yıl boyunca 38.723 kişi bu anketi oylamıştır. Ankete 3415 yorum yapılmış ve bu yazı bu yorumlardan derlenmiştir. Psikolog veya Psikiyatr'a gidememenizin en önemli nedeni nedir? Sorusuna 25.240 kişi “Danışma ücretleri çok yüksek” şıkkını işaretlemiştir. % 65 gibi yüksek bir orana sahip olan bu durumun ülkemizde ruh sağlığı ile ilgilenen birimlerin dikkatini çekeceğini umuyoruz. Yapılan yorumlara yorum yapmadan anket sonuçlarını ve yorumları kamuoyunun dikkatine sunuyoruz.




Anket Sonuçları
Psikolog veya Psikiyatr'a gidememenizin en önemli nedeni nedir?
  1. Danışma ücretleri çok yüksek 65.18% (25240)
  2. Kime gideceğimi bilemiyorum 13.82% (5353)
  3. Onlara Güvenemiyorum 8.66% (3353)
  4. Damgalanmaktan korkuyorum 7.06% (2733)
  5. Yaşadığımız yerde yok 5.28% (2044)


Devamını okumak için tıklayın...