
Sanayi devrimi ile dünyada, 19. Yüzyılın sonlarında da
ülkemizde kadınların “ücretli işçi” ve 20.yüzyıl başlarında “devlet memuru”
olarak kabul edilmesiyle kadının toplum içinde aldığı roller farklılaşmış,
çoğalmıştır. Eskiden evinin düzeninden, çocuğunun iyi yetişmesinden veya günlük
ev yaşamının sorunsuz yürümesinden sorumluyken şimdi birçok kadın çalışma
hayatında da kendine bir yer bulmak, kariyer hedeflerini gerçekleştirmek için
çabalamaktadır. Bu durum, kadınlara yeni özgürlük alanları getiriyor gibi
görülse de birçok değişik cephede savaşmak bazen yorucu hatta tüketici
olmaktadır. Hele kişilik yapısı, A tipi dediğimiz; coşkulu, değişik konuları
merak eden, tez canlı, birçok şeyi aynı anda yapmak isteyen, mükemmeliyetçi ama
çabuk sinirlenen biri ise beklentiler ve gereksinimler altında ezilmek
kaçınılmaz olabilmektedir.
Bugün birçok kadın, gününün büyük bir kısmını iş yerinde çalışma arkadaşlarıyla
mücadele edip, müdürüne/patronuna en iyi performansı sunup, koşarak eve gelip
(hatta belki de önce markete uğrayıp ailesi için organik, faydalı, katkısız,
bütçesine de uygun en iyi malzemeleri alıp), sofrayı hazırlayıp birkaç çeşit
yemeği çocuklarına ve eşine servis yapıp, ortalığı toparlayıp, öğretmenden veya
veli arkadaşlarından gün içinde aldığı direktiflerle çocuğunun en iyi ödev veya
proje yapması için uğraşıyor.
Hayat bu en iyilerin peşinde koşarken önce kadınların kendilerini daha sonra da
çevresindekileri yoruyor. Çünkü mükemmel anne olabilmek için harcanan fazladan
çaba stresi arttırıyor ve hayat enerjilerini düşürüyor. Etrafındaki kişilere
tahammülü giderek azalıyor, beklentileri ise giderek çoğalıyor. “Ben sizin için
bunca şeyi yaparken sen nasıl bunu yapmazsın” cümleleri ile başlayan
tartışmalar çözüme ulaşmadan bir kısır döngüye giriyor. Bütün bunların
sonucunda da sık sık öfke patlamaları yaşayan, her daim bir şeylerin eksik
kalmasından endişeli biri haline geliyorlar. Kısacası kadınlar, mükemmelin
peşinden koşarken tükenmişlik sendromu yaşayıp, hayat kalitelerini düşürüyorlar.
Bütün bunları durdurmak ve yarından itibaren daha farklı bir hayatı yaşamak
biraz çaba ile mümkün olabilir. İşte, bu konuda yararlı olabilecek birkaç
öneri;
1. Denge kurun. Yapmak zorunda olduklarınızdan mutlaka bazıları daha öncelik
sahibi veya vazgeçilmezdir. Bunları aksatmadan yaptığınız sürece, diğerlerinin
tam istediğiniz gibi olmamasına aldırmayın.
2. Kendinizi başkalarıyla kıyaslamaktan kaçının. Başkalarının daha çok para
kazanmasının, süper bir ev kadını veya çok anlayışlı bir anne olmasının sizin
hayatınızda hiçbir değişiklik yapmayacağını unutmayın. Sizin yapabildiğiniz
onca şeyin de çevrenizdekilerin hayatını nasıl kolaylaştırdığını fark
edin.
3. Değişmesini istemediğiniz yönlerinizin listesini yapın. En az on tane madde
bulmaya çalışın. Bulamıyorsanız ailenize kendinizle ilgili bu konuda sorular
sorun. Birçok farklı yönünüzü duymak bakış açınızı değiştirebilir.
4. Çocuklarınızla, eve geldiğinizde ödev kontrolü haricinde bilgisayar,
televizyon veya telefon olmadan ortalama yarım saat kaliteli zaman geçirin. Bu
zaman içinde sizin de hoşunuza gidecek oyunlar üretin veya değişik
malzemelerden sanat faaliyetleri yapın, evdeki artık malzemelerden kendi
oyuncaklarınızı oluşturun. Böylece hem çocuğunuzla özel zaman geçirmiş hem de
günün sıradan gidişatından bir mola çalmış olursunuz.
5. Kendinize nefes alacağınız özel zamanlar yaratın. Bu vakitlerde;
hobilerinize de zaman ayırabilirsiniz arkadaşlarınızla da görüşebilirsiniz.
Bunu ertelemeyin, sabote edilmesine izin vermeyin.
6. Son olarak, gerçek hayatın reklam filmlerindeki veya televizyon
programlarındaki mükemmel anne-eş-çalışan kadınlarla dolu olmadığını bilin,
kendinizi yapabildiklerinizle sevmeniz gerektiğini unutmayın. Her şeyin “daha
iyisi” veya “daha fazlası” olabilir. Önemli olan, sizin “elinizden gelen” ile
mutlu olabilmenizdir.
MERVE SOYSAL BAŞA, Uzman Klinik Psikolog
Devamını okumak için tıklayın...