Pages

28 Ekim 2014 Salı

Travma

Ö. Alper’in ödüllü filmi Sonbahar’da, yaşamının ilkbaharını hapiste geçiren Yusuf’un,  ölümlü hastalığı nedeniyle tahliye olması ve hayatının sonbaharını memleketinde geçirmesi anlatılır. Dalından koparılan çiçek bir müddet sonra kokmayan bir kalıba, hüzne dönüşür. Film, “Hayata Dönüş” travmasının (2000) belgesel görüntüleriyle başlar.

Tıbbi bir terim olarak stres (zorlanma) organizmanın denge durumunu (homeostasiz) bozan herhangi bir etmeni; travma (örselenme) ise, bireyin ruhsal ve bedensel varlığını sarsan, inciten yaralayan her türlü olayı tanımlar. Bireyin travmatik bir durumdan etkilenmesi kalıtımsal yapısı, benlik (ego) gücü, gelişimsel özellikleri, baş etme mekanizmaları ve olayın şiddeti ile yakından ilişkilidir.

Psikiyatri’nin travmaya merakı I. ve II. Dünya savaşlarına katılan askerlerde gözlenen “savaş yorgunluğu”, “süper şoku” ve “asker kalbi” gibi semptomlar sonrası artmış, zamanla savaş, doğal afet, tecavüz, kaza gibi ağır yaşam olayları sonrası gelişen tablo Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) olarak adlandırılmıştır (1). TSSB semptomları üç alanda görülür:

1- Travmayı yeniden yaşamak: anı, rüya veya ‘flash-back’ler

2- Artmış uyarılma: sinirlilik, huzursuzluk, irkilme, uyku-konsantrasyon kaybı

3- Travmadan kaçınma: konuşmama, olayı anımsatan yer, kişi ve etkinliklerden kaçınma

Tanı kitaplarında yaşamaya dair genel bir ilgisizlik, diğer insanlardan kendini kopuk hissetme ve duygu aralığında sınırlılık kaçınma bulguları arasında sayılır. Travmaya maruz kalan kişinin, tehlike anında kabuğuna çekilen bir kaplumbağa gibi dış dünya ile bağını koparması, bilgisayarın güvenli modda çalışmasına benzer. Bozguna uğrayan ordu geri çekilir. Travma bireyi gerilemeye (regresyona) zorlar.

Psikanalitik bir terim olan regresyon (gerileme), kazanılmış yetilerin istemsiz (bilinçdışı) kaybını, “çocuksulaşmayı” tanımlar.  Kardeşinin doğumu sonrası altına kaçırmaya başlayan çocukta, sevgilisiyle ayrılıktan sonra karşı cinsten (ve cinsellikten) nefret eden erişkinde, ölüm korkusuyla yalnız kalamayan yaşlıda regresyondan bahsedilir. Regresyon sadece travmaya uğradığımızda ortaya çıkmaz, basit/günlük gereksinimlerimizi kolayca elde etmek için de gerileyebiliriz: Örneğin ilgi-şefkat istediğimizde şımarabilir, uykuya dalmadan önce mızmızlanabiliriz.

Aydınlanma düşüncesinin bir ürünü olan psikanaliz anlam ikilikleriyle meşhurdur: nevroz/psikoz, çocuksu/olgun,  haset/şükran gibi. Regresyonun (gerilemenin) karşısında progresyon (ilerleme) yer alır. Genel kabul gerileme olmadan ilerlemenin olmayacağıdır, oku ileri fırlatmak için önce geri çekmek gerekir. Çünkü büyümek strese/travmaya maruz kalmak, çocuksu olanı kaybetmeyi, ondan vazgeçmeyi göze almak demektir. Bu bağlamda travma, tıbbın ve psikiyatrinin kullanımından daha geniş bir anlam kazanır. Benliğin gelişimini bozan, yavaşlatan veya saptıran her türlü etmen travma olarak adlandırılır (2). Aniden sütten kesilme de uzun süre emme de travmatik olabilir. Psikoterapi, travmaların tarihidir.

Hastaların otobiyografilerini dinleyen Freud, geçmişteki travmaların yine-yeniden tekrarlandığını şaşırarak keşfeder. Babasından şiddet gören bir kız çocuğu, büyüdüğünde kendisine şiddet uygulayan bir eş seçebilir. Sigaradan nefret eden bir oğlan, sıkı bir tiryakiye dönüşebilir. Organizmayı, dönemin fizik bilgisinin de etkisiyle haz arayan/hoşnutsuzluğu gidermeye çalışan bir aygıt olarak düşünen Freud çıkmaza düşer. İlk çözümü “yineleme zorlantısı” olur: Yaşamın başındaki ilişki kalıpları kemikleşir ve tekrar-tekrar kendini üretir. Nevroz bilinçdışı tekrardır. Çocukluğunda ihmal edilen, fark etmeden ihmal edileceği ilişkilenmeler kurar örneğin. Geçmiş, güncelin sahnesinde, benzer oyuncularla tekrarlanır. Arzu, travma öncesine dönmek, geçmişte baş edemediğini alt etmektir. Örneğin sosyal fobik gece yatmadan, gün içinde kendisinde yetersizlik/değersizlik duygusu uyandıran konuşmaları (zihninde) “keşke”lerle düzenler. Tıpkı TSSB’nda olduğu gibi travmatik olan yeniden yaşantılanır. Ancak farkındalık ve dönüşüm olmazsa hayat “tekrarların tekrarına” dönüşebilir, yani re-travmatizasyona.

Re-travmatizayon, zarar göreceğimiz durumları veya ilişki biçimlerini, fark etmeden tekrar tekrar üretmektir. Kendine ihanet eden, kendi aleyhine işleyen bir örüntüdür. Örneğin, sadistik (zalim) bir babanın çocuğu, erişkinlikte, sadistik otorite figürlerine yakın olmak isteyebilir veya otoritenin sadistik yönlerini kışkırtabilir. Üstelik çoğu zaman, zalimane olanı tanımayabilir/yadırgamayabilir. Zekâdan ve eğitimden bağımsız bilinçdışı faktörlerle kendini yaralamaya devam edebilir. Freud’a göre bunun nedeni, yaşamın başındaki ilişkilerin gücü ve yapışkanlığıdır. Travma işlenmediğinde, kendini üreten ve besleyen bir ateş topuna dönebilir. O zaman travma nasıl işlenir, nasıl tedavi edilir?

İlk aşama travmayı bilmektir. TSSB hastalarıyla yapılan çalışmalarda, travma anındaki amnezinin (hatırlamama), hastalığın gelişme riskini arttırdığı saptanmıştır. Yani kaplumbağa gibi içe dönenler veya dehşetle dağılanlarda travma anı bulanıktır. Terapistle güven ilişkisini kurulduktan sonra travmatik olan ayrıntılarıyla betimlenir. Söze dökmek, gerek imgesel olanın adlandırılmasına gerekse boşlukların doldurulmasına yarar. Hassas bir arkeolojik kazı yaparcasına “olay” aklın/dilin sınırlarına sığdırılır. Adlandırmak, tanımlamak, çerçeveye almaktır.

İlkiyle bağlantılı ikinci aşama, duygu izlerini belirlemektir. Ağır bir depremi, olayların duygusuz bir dizisi şeklinde hatırlarsak travmatik etkiyi çözemeyiz. O an yaşanan korku/dehşet/çaresizlik duygu izleriyle hatırlandıkça, kabul edildikçe ete kemiğe bürünür. Freud’un dediği gibi anılar kuru içeriği nedeniyle değil eşlik eden duygular nedeniyle bastırılır. Bastırma, tıpkı suyun içine plastik bir topu sokmaya çalışmak gibi enerji gerektirir. Tedavide özgürleşen duygular, onu bastırmaya yönelik enerjiyi de özgürleştirir.

Son aşama helalleşmedir. Yüzleşir, anlar ve barışırız. Travmatik olan, kendi nevrozumuzdan kaynaklanan bir tekrarsa helalleşmek daha kolay olur. Ancak masumsak, bir de insan eliyle travmaya maruz kaldıysak, ya da travma kronikleşmişse (örn. işkence) barışmak zorlaşır. Bu aşamada öfkenin uygun yollarla deşarjı hedeflenir. Her halükarda tedavi mağdurun fail olmasını amaçlar. Çünkü değişim etkin olabildiğimiz alanlarda başarılabilir.

Özetle benliği dağıtan ya da regrese eden travmayı yeniden yaşantılamadan/anlamadan, o anı kişisel tarihimize ekleyemeyiz. Tedavideki ana amaç boşlukları duygularla birlikte doldurma ve anıyı hazmetmedir. Yani önce regresyon sonra progresyon hedeflenir. Psikoterapi, her durumda, (“ben hizmetinde”) regrese olabilende uygulanır. İçe ve geçmişe dönmek gerileme olmadan mümkün olmaz.

Psikoterapi, kişinin iç dünyasına, geçmişine yolculuktur ve bir rehber eşliğinde, uygun donanımlarla dalış yapmaya benzetilebilir. Derinliklere inerken de çıkarken de vurgun yeme riski vardır. Rehber derine dalma konusunda tecrübelidir ve hem dalarken hem de çıkarken hastanın hızına saygı göstermeyi bilir. Psikoterapistin hızlı davrandığı, hastasından çok kendi (bilimçdışı) ihtiyaçlarını gözettiği analize “vahşi analiz” denir. Yani ehil ellerde yapılmayan terapi de travmatize edebilir. Wittgenstein’ın özlü sözü de bunu anlatır:

“Başkalarının derinlikleriyle oynamayın!”

1- Kaplan and Saddock’s, Comprenhesıve Textbook of Psychiatry, 8. Baskı, Güneş Kitabevi 2007

2- Öztürk M. Orhan, Uluşahin A, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. 11. Basım, Ankara 2008



Devamını okumak için tıklayın...

26 Ekim 2014 Pazar

Doğan Cüceloğlu İnönü'deydi

Doğan Cüceloğlu, 24 Ekim Cuma günü, İnönü PDR Topluluğu'nun organizasyonu ve AGT firmasının sponsorluğuyla üniversitemizdeydi. 'Gelecekte Kendin Olmak' konulu konferansa gösterilen yoğun ilgi nedeniyle konferansa iki saat kala salonun tamamen dolması sonucu Doğan Cüceloğlu ayakta kalan öğrencileri sahneye davet etti. 

İki saat süren konferansın ardından kitaplarını imzalayan Doğan Cüceloğlu, imza sırası kongre ve kültür merkezinin dışına taşmasına rağmen son kişi ayrılana kadar imzalamaya devam etti. 

Organizasyonda görev alan başta Yrd. Doç. Dr. Abdullah Atlı, Habib Çağırman, Yunus Gayretli, Bahadır Battal, Atakan Onur Çankaya, Eylem Deliaslan, Burak Kaya, Senanur Akay, Metin Serhat Bayram, Duygu Ayhan, Nedim Ak, konferansın sponsorluğunu üstlenen AGT firması ve konferansa yoğun ilgi gösteren tüm katılımcılara teşekkür ediyoruz.



İnönü PDR Topluluğu Ekibi
Konferanstan Kesitler:






Konferans Fotoğrafları için burayı tıklayın...
Devamını okumak için tıklayın...

9 Aralık 2013 Pazartesi

Saklambaç Filmi ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu


TSSB ile ilgili detaylı bilgi için tıklayın.

Filmi izlemek için tıklayın.




Devamını okumak için tıklayın...

3 Aralık 2013 Salı

OECD Eğitim Raporu

Türkiye, OECD'nin raporuna göre eğitimde sonlarda



     OECD öğrenci performansı raporuna göre, Türkiye'deki öğrenciler 2003’ten bu yana ilerleme kaydetti
      OECD’nin (Ekonomik ve İşbirliği Kalkınma Örgütü) 65 ülkedeki öğrenci performanslarını değerlendirdiği Pisa (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) eğitim raporunun sonuncusu, Türkiye’nin listede son sıralarda yer aldığını, ancak 2003’ten bu yana ilerleme kaydettiğini ortaya koydu. Rapora göre Türkiye ortalama her yıl matematikte yüzde 3.2, okumada yüzde 4.1 ve bilimde yüzde 6.4 ilerleme kaydetmiş.
     2012 Pisa raporunda Türkiye 44. Sırada yer aldı.
     Raporda Brezilya ve Tunus’un yanında Türkiye’nin daha önce düşük verilere sahip olan ülkeler olarak büyük ilerleme gerçekleştirdiği belirtildi.
     Raporda Türkiye’nin 2003 yılında Pisa raporunda ilk kez yer aldığında matematik, okuma becerisi ve fen bilimleri konusunda OECD’nin en düşük verilerine sahip ülkelerinden olduğu ancak durumunun yıllar içinde iyiye gittiği belirtiliyor.
     Buna göre Türkiye ortalama her yıl matematikte yüzde 3.2, okumada yüzde 4.1 ve bilimde yüzde 6.4 ilerleme kaydetmiş.
     Rapora göre genel ortalama listesinin birinci sırasındaysa Şangay yer alıyor.
     Okumayla ilgili ilk onda sırasıyla Şangay, Hong Kong, Singapur, Japonya, Güney Kore, Finlandiya, İrlanda, Tayvan, Kanada, Polonya yer alıyor.
     Matematikte ilk on şöyle: Şangay, Singapur, Hong Kong, Tayvan, Güney Kore, Macau-Çin, Japonya, Lihtenştayn, İsviçre, Hollanda.
     Fen bilimlerinde de yine birinci sırada Şangay var. Şangay’ı şu ülkeler takip ediyor: Hong Kong, Singapur, Japonya, Finlandiya, Estonya, Güney Kore, Vietnam, Polonya, Kanada.

     '2003’te benzer sonuçlara sahip olup 2012’de gerisinde kaldığımız iki ülke var'


     PISA 2012 Raporu’nu değerlendiren Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sinem Vatanartıran ve New York Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Selçuk Şirin, sıralamaların 2009 PISA sonuçlarıyla neredeyse birebir örtüştüğünü, genel ortalamada Türkiye’nin, her zaman olduğu gibi bu sene de OECD ülkelerinin ortalamasının altında kaldığını belirtiyor. Doç. Dr. Selçuk Şirin, Türkiye’nin 2003’ten bu yana genel ortalamasının yıllık yüzde 3 oranda arttığını ancak bu artışın öğrencilerin üst düzey matematiksel becerilerine yansımadığını ifade ediyor. Şirin; “2003’te benzer sonuçlara sahip olup 2012’de gerisinde kaldığımız iki ülke var: Uruguay ve Tayland. Ancak maalesef, 2003’te benzer sonuçlara sahip olup 2012’de önüne geçtiğimiz bir ülke yok” diyor.

     PISA 2012 matematik soruları


     Çok temel matematiksel işlemlerin ve sorgulamaların yapıldığını gösteren Seviye 1 ve Seviye 1 Altına giren öğrencilerimizin oranı, yüzde 42. OECD ortalaması ise yüzde 22. Yrd. Doç. Dr. Sinem Vatanartıran “Bizim öğrencilerimizin neredeyse yarısına yakını ancak temel matematiksel kavramları kolaylıkla kullanabildikleri sorularda daha başarılılar. Ancak daha karmaşık ilişkiler kurmaları gereken, daha üst düzey sorgulama, analiz ve yorum yapmaları gereken sorularda, yani Seviye 5 ve Seviye 6’nın toplamında öğrencilerimizin sadece yüzde 5.9’u başarılı. Sadece Seviye 6’ya bakarsak, yüzde 1 gibi vahim bir oran çıkıyor karşımıza” diyor. Bu oran, benzeri şekilde PISA Okuma ve PISA Fen sonuçlarında da yüzde 5’in altında kalıyor. Yani PISA’nın tüm sınavlarında, Seviye 5 ve üstü başarı gösterebilen öğrencilerimizin oranı yüzde 5’in altında. Peki bu oran diğer ülkelerde nasıl? Şangay’daki öğrencilerin yüzde 30,8’i Seviye 6’da. Singapurlu öğrencilerin yüzde 20’si Seviye 6’da. Bizdeki durumun tam tersine, Şangay’da öğrencilerin yüzde 1’i Seviye 1 Altında. Öğrencilerimizin büyük çoğunluğu yani yüzde 67’si Seviye 1 Altı, Seviye 1 ve Seviye 2’de.

PISA 2012 okuma becerileri


     Okuma becerileri de aynen matematikte olduğu gibi seviyelere ayrılıyor. Burada seviyeler, 6, 5, 4, 3, 2, 1a, 1b ve 1b’nin Altı olarak 8 seviyeye ayrılıyor. Seviye 6, çok sayıda çıkarımın yapılması, detaylı mukayese ve karşılaştırmaların yapılması, birden fazla ve uzun metin arasında bağlantılar kurabilme gibi üst düzey okuma becerilerini içeriyor. Seviye 5 de aynı şekilde fakat daha kısa metinlerde bu becerilerin kullanımını içeriyor. OECD ortalaması, Seviye 5 ve Seviye 6’da bulunan toplam öğrenci yüzdesi, OECD ortalaması yüzde 6. Ancak bu oran Şangay’da yüzde 25, Singapur, Japonya, Hong Kong’da yüzde 15’in üstünde. Şangay’da öğrencilerin yüzde 77’si Seviye 3 ve üzerinde. Türkiye’de Seviye 6’da bulunan öğrenci yüzdesi neredeyse 0, çünkü %1’in altında. Seviye 5 ise yüzde 2’nin biraz üstünde. Türkiye’de öğrencilerin yüzde 30’u okuma becerilerinde Seviye 3’te, yüzde 30’u Seviye 2’de. Yüzde 22’si ise Seviye 1 ve altında. Türkiye gibi Seviye 5 ve 6’da yüzde 5’ten daha az öğrencisi olan ülkeler, Kolombiya, Arjantin, Endonezya, Katar, Peru, Ürdün, Tunus, Birleşik Arap Emirlikleri, Sırbistan gibi ülkeler.

PISA 2012 fen bilgisi sonuçları


     Fen alanında ise 6 farklı seviye var. Matematik ve Okuma oranlarında olduğu gibi, bu alanda da Türkiye’den sınava giren öğrencilerin çok küçük bir yüzdesi Seviye 5 ve 6’da. Seviye 6, yani üst düzey bilimsel düşünme becerilerine sahip öğrencilerin oranı yaklaşık yüzde 0. Bu durumda bulunan diğer ülkeler Arnavutluk, Malezya, Peru, Romanya, Tunus, Uruguay, Şili, Brezilya, Ürdün ve Endonezya. Şangay’da bu oran yüzde 4. Ancak Şangay’da Seviye 5 ve 6’nın toplam yüzdesi yüzde 25. Yaklaşık yüzde 30’u ise Seviye 4’te. Yani öğrencilerinin yüzde 60’a yakını, Seviye 4 ve üzerinde bilimsel becerilere sahip. Estonya 2. Sırada, yüzde 40’dan biraz fazlası Seviye 4 ve üstünde. Seviye 4 ve üstünün OECD ortalaması, yüzde 28. Ancak Türkiye’de Seviye 5 ve 6’nın toplamı yüzde 3. Seviye 4 ve üstü becerilere sahip öğrenci oranı OECD’nin de altında, yaklaşık yüzde 14. Türkiye’de öğrencilerin yüzde 24’ü en temel beceriler olan Seviye 1 ve Seviye 1 Altında. Öğrencilerin yüzde 60’ı Seviye 2 ve altında.

PISA ne işe yarar?


     PISA bireysel olarak öğrencileri yarıştırmaktan ziyade ülke eğitim sistemlerinin öğrencileri ne kadar iyi yetiştirdiğini ölçmek üzere geliştirilmiştir. Testler yalnızca bilgi düzeyini ölçmez aynı zamanda muhakeme, analiz ve sentez becerilerini de ölçer. PISA soruları gerçek yaşam koşullarından hareket eder ve ülkelerin insan gücü kalitesini ortaya koyar.

PISA Türkiye


     Türkiye 2003’ten beri düzenli olarak PISA’ya katılan ülkeler arasındadır. 2012 PISA sınavına TUİK NUTS1 sistemine göre 12 istatistik bölgesini temsil eden öğrenciler katılmıştır.

PISA nasıl ölçer?


     PISA soruları üniteye bağlı senaryolardan oluşmaktadır. Her bir ünitede metinler, şekiller, tablolar ve/veya grafiklerden oluşan ortak bir madde kökü ile ardından gelen metnin, şeklin, tablonun ya da grafiğin farklı yönleri ile ilgili maddeler bulunmaktadır.   Bu maddelerin yarısı ya tam çoktan seçmeli ya da yarı (“evet/hayır”, veya “katılıyorum/katılmıyorum”) çoktan seçmeli sorulardan oluşmaktadır. Kalan sorular ise, öğrencilerin kısa ya da uzun, kendi yanıtlarını oluşturmalarının istendiği açık uçlu maddelerdir. Puanlama uzman kişiler tarafından yapılmaktadır.
Devamını okumak için tıklayın...