Okullarda rehber öğretmen açığı gün geçtikçe artıyor. Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik mezunları bu açığı kapatamıyor. Okullardaki sosyal sorunlar ve şiddet olayları ne yazık ki tırmanıyor.
28 Nisan 2013 Pazar
Bir Psikolojik Danışmana 250 Öğrenci Düşmeli
Dünden Bugüne İnönü Üniversitesi'nde PDR | Mustafa Kılıç
Prof. Dr. Mustafa Kılıç'ın, İnönü Üniversitesi PDR bölümünü, kurulduğu günden bugüne anlattığı video;
14 Nisan 2013 Pazar
Süper Anne Sendromu
Sanayi devrimi ile dünyada, 19. Yüzyılın sonlarında da
ülkemizde kadınların “ücretli işçi” ve 20.yüzyıl başlarında “devlet memuru”
olarak kabul edilmesiyle kadının toplum içinde aldığı roller farklılaşmış,
çoğalmıştır. Eskiden evinin düzeninden, çocuğunun iyi yetişmesinden veya günlük
ev yaşamının sorunsuz yürümesinden sorumluyken şimdi birçok kadın çalışma
hayatında da kendine bir yer bulmak, kariyer hedeflerini gerçekleştirmek için
çabalamaktadır. Bu durum, kadınlara yeni özgürlük alanları getiriyor gibi
görülse de birçok değişik cephede savaşmak bazen yorucu hatta tüketici
olmaktadır. Hele kişilik yapısı, A tipi dediğimiz; coşkulu, değişik konuları
merak eden, tez canlı, birçok şeyi aynı anda yapmak isteyen, mükemmeliyetçi ama
çabuk sinirlenen biri ise beklentiler ve gereksinimler altında ezilmek
kaçınılmaz olabilmektedir.
Bugün birçok kadın, gününün büyük bir kısmını iş yerinde çalışma arkadaşlarıyla mücadele edip, müdürüne/patronuna en iyi performansı sunup, koşarak eve gelip (hatta belki de önce markete uğrayıp ailesi için organik, faydalı, katkısız, bütçesine de uygun en iyi malzemeleri alıp), sofrayı hazırlayıp birkaç çeşit yemeği çocuklarına ve eşine servis yapıp, ortalığı toparlayıp, öğretmenden veya veli arkadaşlarından gün içinde aldığı direktiflerle çocuğunun en iyi ödev veya proje yapması için uğraşıyor.
Hayat bu en iyilerin peşinde koşarken önce kadınların kendilerini daha sonra da çevresindekileri yoruyor. Çünkü mükemmel anne olabilmek için harcanan fazladan çaba stresi arttırıyor ve hayat enerjilerini düşürüyor. Etrafındaki kişilere tahammülü giderek azalıyor, beklentileri ise giderek çoğalıyor. “Ben sizin için bunca şeyi yaparken sen nasıl bunu yapmazsın” cümleleri ile başlayan tartışmalar çözüme ulaşmadan bir kısır döngüye giriyor. Bütün bunların sonucunda da sık sık öfke patlamaları yaşayan, her daim bir şeylerin eksik kalmasından endişeli biri haline geliyorlar. Kısacası kadınlar, mükemmelin peşinden koşarken tükenmişlik sendromu yaşayıp, hayat kalitelerini düşürüyorlar.
Bütün bunları durdurmak ve yarından itibaren daha farklı bir hayatı yaşamak biraz çaba ile mümkün olabilir. İşte, bu konuda yararlı olabilecek birkaç öneri;
1. Denge kurun. Yapmak zorunda olduklarınızdan mutlaka bazıları daha öncelik sahibi veya vazgeçilmezdir. Bunları aksatmadan yaptığınız sürece, diğerlerinin tam istediğiniz gibi olmamasına aldırmayın.
2. Kendinizi başkalarıyla kıyaslamaktan kaçının. Başkalarının daha çok para kazanmasının, süper bir ev kadını veya çok anlayışlı bir anne olmasının sizin hayatınızda hiçbir değişiklik yapmayacağını unutmayın. Sizin yapabildiğiniz onca şeyin de çevrenizdekilerin hayatını nasıl kolaylaştırdığını fark edin.
3. Değişmesini istemediğiniz yönlerinizin listesini yapın. En az on tane madde bulmaya çalışın. Bulamıyorsanız ailenize kendinizle ilgili bu konuda sorular sorun. Birçok farklı yönünüzü duymak bakış açınızı değiştirebilir.
4. Çocuklarınızla, eve geldiğinizde ödev kontrolü haricinde bilgisayar, televizyon veya telefon olmadan ortalama yarım saat kaliteli zaman geçirin. Bu zaman içinde sizin de hoşunuza gidecek oyunlar üretin veya değişik malzemelerden sanat faaliyetleri yapın, evdeki artık malzemelerden kendi oyuncaklarınızı oluşturun. Böylece hem çocuğunuzla özel zaman geçirmiş hem de günün sıradan gidişatından bir mola çalmış olursunuz.
5. Kendinize nefes alacağınız özel zamanlar yaratın. Bu vakitlerde; hobilerinize de zaman ayırabilirsiniz arkadaşlarınızla da görüşebilirsiniz. Bunu ertelemeyin, sabote edilmesine izin vermeyin.
6. Son olarak, gerçek hayatın reklam filmlerindeki veya televizyon programlarındaki mükemmel anne-eş-çalışan kadınlarla dolu olmadığını bilin, kendinizi yapabildiklerinizle sevmeniz gerektiğini unutmayın. Her şeyin “daha iyisi” veya “daha fazlası” olabilir. Önemli olan, sizin “elinizden gelen” ile mutlu olabilmenizdir.
MERVE SOYSAL BAŞA, Uzman Klinik Psikolog
Bugün birçok kadın, gününün büyük bir kısmını iş yerinde çalışma arkadaşlarıyla mücadele edip, müdürüne/patronuna en iyi performansı sunup, koşarak eve gelip (hatta belki de önce markete uğrayıp ailesi için organik, faydalı, katkısız, bütçesine de uygun en iyi malzemeleri alıp), sofrayı hazırlayıp birkaç çeşit yemeği çocuklarına ve eşine servis yapıp, ortalığı toparlayıp, öğretmenden veya veli arkadaşlarından gün içinde aldığı direktiflerle çocuğunun en iyi ödev veya proje yapması için uğraşıyor.
Hayat bu en iyilerin peşinde koşarken önce kadınların kendilerini daha sonra da çevresindekileri yoruyor. Çünkü mükemmel anne olabilmek için harcanan fazladan çaba stresi arttırıyor ve hayat enerjilerini düşürüyor. Etrafındaki kişilere tahammülü giderek azalıyor, beklentileri ise giderek çoğalıyor. “Ben sizin için bunca şeyi yaparken sen nasıl bunu yapmazsın” cümleleri ile başlayan tartışmalar çözüme ulaşmadan bir kısır döngüye giriyor. Bütün bunların sonucunda da sık sık öfke patlamaları yaşayan, her daim bir şeylerin eksik kalmasından endişeli biri haline geliyorlar. Kısacası kadınlar, mükemmelin peşinden koşarken tükenmişlik sendromu yaşayıp, hayat kalitelerini düşürüyorlar.
Bütün bunları durdurmak ve yarından itibaren daha farklı bir hayatı yaşamak biraz çaba ile mümkün olabilir. İşte, bu konuda yararlı olabilecek birkaç öneri;
1. Denge kurun. Yapmak zorunda olduklarınızdan mutlaka bazıları daha öncelik sahibi veya vazgeçilmezdir. Bunları aksatmadan yaptığınız sürece, diğerlerinin tam istediğiniz gibi olmamasına aldırmayın.
2. Kendinizi başkalarıyla kıyaslamaktan kaçının. Başkalarının daha çok para kazanmasının, süper bir ev kadını veya çok anlayışlı bir anne olmasının sizin hayatınızda hiçbir değişiklik yapmayacağını unutmayın. Sizin yapabildiğiniz onca şeyin de çevrenizdekilerin hayatını nasıl kolaylaştırdığını fark edin.
3. Değişmesini istemediğiniz yönlerinizin listesini yapın. En az on tane madde bulmaya çalışın. Bulamıyorsanız ailenize kendinizle ilgili bu konuda sorular sorun. Birçok farklı yönünüzü duymak bakış açınızı değiştirebilir.
4. Çocuklarınızla, eve geldiğinizde ödev kontrolü haricinde bilgisayar, televizyon veya telefon olmadan ortalama yarım saat kaliteli zaman geçirin. Bu zaman içinde sizin de hoşunuza gidecek oyunlar üretin veya değişik malzemelerden sanat faaliyetleri yapın, evdeki artık malzemelerden kendi oyuncaklarınızı oluşturun. Böylece hem çocuğunuzla özel zaman geçirmiş hem de günün sıradan gidişatından bir mola çalmış olursunuz.
5. Kendinize nefes alacağınız özel zamanlar yaratın. Bu vakitlerde; hobilerinize de zaman ayırabilirsiniz arkadaşlarınızla da görüşebilirsiniz. Bunu ertelemeyin, sabote edilmesine izin vermeyin.
6. Son olarak, gerçek hayatın reklam filmlerindeki veya televizyon programlarındaki mükemmel anne-eş-çalışan kadınlarla dolu olmadığını bilin, kendinizi yapabildiklerinizle sevmeniz gerektiğini unutmayın. Her şeyin “daha iyisi” veya “daha fazlası” olabilir. Önemli olan, sizin “elinizden gelen” ile mutlu olabilmenizdir.
MERVE SOYSAL BAŞA, Uzman Klinik Psikolog
13 Nisan 2013 Cumartesi
Mükemmeliyetçiliğin Depresyonla Bağlantısı
Hemen hemen herkes, “her şeye sahip” –güç, prestij, hayranlık, sevgi dolu bir aile, pek çok arkadaş ve güvenli bir gelecek- gibi görünen birinin intihar ettiğine tanık olmuştur. Amerikan Psikologlar Birliğine bağlı (APA) Amerikan Psychologist dergisinde bu konuyla ilgili yazı yazan bir araştırmacı, bireyin çok yüksek başarılara ulaşmasını sağlayan özelliğinin –mükemmelliyetçiliğinin- kendi sonunu da hazırlayabileceğini söylemektedir.
Yale Üniversitesinden psikolog Sidney J. Blatt, “Mükemmelliyetçiliğin Yıkıcılığı: Depresyon Tedavisinde Dolaylı Anlatımlar” adlı makalesinde, araştırmacıların en az 3 tip mükemmelliyetçilik tanımladıklarına işaret etmiştir : başkalarına yönelik, kendine yönelik ve sosyal olarak belirli mükemmelliyetçilik.
Başkalarına yönelik mükemmelliyetçilik, başkalarına karşı aşırı ve gerçekçi olmayan standartlarda olan talepkarlıktır. Kendine yönelik mükemmelliyetçilik, “ kendine aşırı yüklenme, gerçekdışı standartlar ve kişinin kendisini karşı hata, kusur, yanlış kabul etmeyecek bir şekilde ince eleyip sık dokuması ve eleştiri yapmasıdır.” Sosyal olarak belirli mükemmelliyetçilik ise, “ başkalarının gerçekçi olmayan ve abartılı beklentiler içinde olduklarına ve kişinin kabul görebilmesi için de bunları yerine getirmesi gerektiğine dair inanca sahip olmasıdır”. Bu 3 tipten son ikisi, kendine yönelik ve sosyal olarak belirli mükemmelliyetçilik, depresyon ve intihar için daha büyük bir risk grubu oluşturmaktadır.
“Normal” mükemmeliyetçiliğin yani zahmetli bir çabadan sonra keyif duygusu yaşamanın, kişisel ve durumsal sınırlarının farkında olarak üstün olmaya çabalamanın, “nevrotik” mükemmeliyetçilikten, Dr. Blatt’a göre,yoğun bir şekilde başarısızlıktan uzak kalmak isteği ile belirgin, ayırt edilmesi gerekir. Nevrotik mükemmeliyetçilikte hiçbir şey yeterince iyi gözükmez ve birey genel anlamda iyi yapılmış bir işten ya da üstün bir performanstan tatmin olamaz. Derindeki aşağılık ve savunmasızlık duyguları bireyi, kendi kendisiyle aşırı uğraş verdiği, kendisine yenik düştüğü, her girişimin ve görevin bir meydan okumaya dönüştüğü bir çarkın içine sokar.
Dr. Blatt, mükemmelliyetçiliğin nasıl yıkıcı, uç bir noktaya varabildiğini gösteren bir örnek olarak Beyaz Saray önceki danışman yardımcısı Vinsent Foster’dan bahseder. Dr. Blatt, Foster’ın Washington’ a gelmeden önceki hayatını araştırmıştır: Foster’ın hayatı neredeyse aralıksız başarı ve sükselerle geçmiş; hukuk okulunu birincilikle bitirmiş, Arkansas sınavında en yüksek puanı almış, prejtijli bir hukuk firmasının ortağı olmuş, dengeli bir evlilik ve aileye sahip, pekçok arkadaşı olan, zengin biri.
Dr. Blatt, Foster’ın, yakın zamanda Beyaz Saray’da Clinton hükümetinde işler ters gitmeye başlayınca sorumluluk hissetmeye başladığını söylemektedir. Daha sonra, Foster’ın dürüstlüğü ve yeterliliği medya tarafından sorgulanmaya başlanmıştır ve her şeyden çok değer verdiği şerefinin kirlendiğini düşünen Foster, Temmuz 1993’te intihar etmiştir.
Dr. Blatt, araştırma sonuçlarının, aşırı mükemmelliyetçiğin, psikoterapi ve ilaçla yapılan kısa depresyon tedavilerini etkisiz kıldığına işaret ettiklerini söylemektedir. Ama aynı zamanda, veriler, bu tip bir bireyin uzun süreli yoğun terapilere uyum gösterebileceğini göstermektedir.
Devamını okumak için tıklayın...
Yale Üniversitesinden psikolog Sidney J. Blatt, “Mükemmelliyetçiliğin Yıkıcılığı: Depresyon Tedavisinde Dolaylı Anlatımlar” adlı makalesinde, araştırmacıların en az 3 tip mükemmelliyetçilik tanımladıklarına işaret etmiştir : başkalarına yönelik, kendine yönelik ve sosyal olarak belirli mükemmelliyetçilik.
Başkalarına yönelik mükemmelliyetçilik, başkalarına karşı aşırı ve gerçekçi olmayan standartlarda olan talepkarlıktır. Kendine yönelik mükemmelliyetçilik, “ kendine aşırı yüklenme, gerçekdışı standartlar ve kişinin kendisini karşı hata, kusur, yanlış kabul etmeyecek bir şekilde ince eleyip sık dokuması ve eleştiri yapmasıdır.” Sosyal olarak belirli mükemmelliyetçilik ise, “ başkalarının gerçekçi olmayan ve abartılı beklentiler içinde olduklarına ve kişinin kabul görebilmesi için de bunları yerine getirmesi gerektiğine dair inanca sahip olmasıdır”. Bu 3 tipten son ikisi, kendine yönelik ve sosyal olarak belirli mükemmelliyetçilik, depresyon ve intihar için daha büyük bir risk grubu oluşturmaktadır.
“Normal” mükemmeliyetçiliğin yani zahmetli bir çabadan sonra keyif duygusu yaşamanın, kişisel ve durumsal sınırlarının farkında olarak üstün olmaya çabalamanın, “nevrotik” mükemmeliyetçilikten, Dr. Blatt’a göre,yoğun bir şekilde başarısızlıktan uzak kalmak isteği ile belirgin, ayırt edilmesi gerekir. Nevrotik mükemmeliyetçilikte hiçbir şey yeterince iyi gözükmez ve birey genel anlamda iyi yapılmış bir işten ya da üstün bir performanstan tatmin olamaz. Derindeki aşağılık ve savunmasızlık duyguları bireyi, kendi kendisiyle aşırı uğraş verdiği, kendisine yenik düştüğü, her girişimin ve görevin bir meydan okumaya dönüştüğü bir çarkın içine sokar.
Dr. Blatt, mükemmelliyetçiliğin nasıl yıkıcı, uç bir noktaya varabildiğini gösteren bir örnek olarak Beyaz Saray önceki danışman yardımcısı Vinsent Foster’dan bahseder. Dr. Blatt, Foster’ın Washington’ a gelmeden önceki hayatını araştırmıştır: Foster’ın hayatı neredeyse aralıksız başarı ve sükselerle geçmiş; hukuk okulunu birincilikle bitirmiş, Arkansas sınavında en yüksek puanı almış, prejtijli bir hukuk firmasının ortağı olmuş, dengeli bir evlilik ve aileye sahip, pekçok arkadaşı olan, zengin biri.
Dr. Blatt, Foster’ın, yakın zamanda Beyaz Saray’da Clinton hükümetinde işler ters gitmeye başlayınca sorumluluk hissetmeye başladığını söylemektedir. Daha sonra, Foster’ın dürüstlüğü ve yeterliliği medya tarafından sorgulanmaya başlanmıştır ve her şeyden çok değer verdiği şerefinin kirlendiğini düşünen Foster, Temmuz 1993’te intihar etmiştir.
Dr. Blatt, araştırma sonuçlarının, aşırı mükemmelliyetçiğin, psikoterapi ve ilaçla yapılan kısa depresyon tedavilerini etkisiz kıldığına işaret ettiklerini söylemektedir. Ama aynı zamanda, veriler, bu tip bir bireyin uzun süreli yoğun terapilere uyum gösterebileceğini göstermektedir.
7 Nisan 2013 Pazar
Dürüstlük mü Enayilik mi ?
Sokakta yaşayan Bill Ray Harris adındaki fakir gülümsüyor, cebinden çıkarıp yüzüğü kıza veriyor, bir yanlışlık olduğunun farkına vardım, diyor. Nişanlı kız, Sarah Darling, eşeğini kaybedip sonra bulan fakir gibi, mutluluktan uçuyor, gidip bütün bunları nişanlısına anlatıyor.
ABD’nin Kansas kentinde oluyor bütün bunlar. Sarah ve nişanlısı, Bill Ray Harris’in fakir ama dürüst bir insan olduğunu anlıyorlar ve bu insana yardım etmek istiyorlar. Bir bağış sitesinde bu öyküyü anlatıp Bill Ray Harris için bir banka hesabı açıldığını duyuruyor ve bağış yapılmasını istiyorlar. Hürriyet’in haberine göre hesapta 105 bin dolar, Taraf’ın haberine göre dört haftada 145 bin dolar birikiyor.
Hikaye burada bitti.
Peki ben bunu niye yazdım? Bu öykünün bana düşündürdüklerini sizlerle paylaşmak için.
İlk aklıma gelen şu; sokakta yaşayan Bill Ray Harris genç bayana, herhalde bir yanlışlık yaptınız, ben pırlanta yüzük falan görmedim, bana vermediniz, diye yalan söyleseydi, hukuken kadının yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Bill Ray Harris’in yaptığını salaklık, ahmaklık, enayilik, akılsızlık olarak değerlendirecek çevremde insanlar tanıyorum; çevremde halen yaşıyorlar. Böyle diyen insanlar kötü insanlar değiller, sadece kimsenin kimseyi umursamadığı, sevmediği, güvenmediği bir ortamda yetişmişler ve öyle bir ortamda yaşadıklarına inanıyorlar. Fakire yanlışlıkla verilen bir pırlanta yüzüğü geri vermeyi enayiliğin daniskası olarak görür ve bununla ilgili düşüncelerini haklı çıkaracak birçok mantıksal nedenler söyleyebilirler. Onda fazla, bende az, elime geçen fırsatı değerlendirmemek enayilik değil mi, şimdiye kadar herkes beni kazıkladı, dürüst insan olduğum için böyle yersiz yurtsuz kaldım, hayatın bana verdiği fırsatlardan yararlanmamak salaklıktır, vb.
Hatırlıyorum, İstanbul’da yıllar önce elli yaşlarında bir taksi şoförü anlattı: akşam arabamda unutulmuş mücevher kutusunu ertesi sabah erkenden o eve götürdüm. Kapıyı çaldım, orta yaşlı adam kapıyı açtı, ne var, diye sordu. Beyefendi takside dün akşam bu kutuyu unuttunuz, dedim. Aldı, yüzüme baktı, oturduğun evin sahibi misin, diye sordu. Yok, kirada oturuyorum, dedim. Enayi, dedi, burada ki bir pırlanta yüzüğü satsan sana bir daire alırdı, şimdi benden bahşiş falan bekleme, benim senin gibi enayilere verilecek bahşişim yok. Şoför, beynimden kaynar sular döküldü, diyor. O adam beni dövse, bu kadar kötü hissetmezdim
Peki, ne dedin, diye sordum. Ne diyeceğim, Allah’ından bul, dedim ve oradan ayrıldım, dedi.
Şimdi diyeceksiniz ki, zaten zengin, böyle ahlaksız olduğu için zengin oluyor. Bursa’nın bir köyünde yetişmiş, şimdi eğitim alanında dershaneler zinciri olan, eğitim yayınları yapan dev bir kuruluşun başında olan saygı ve sevgi duyduğum bir insan var, kendisini yakın dost olarak bilirim.
Bursa’da bir seminer sonrası, benim yapmam gereken iki dakikalık bir işim var, burada beni bekler misin, demiş, ben yanlış anlamışım, ‘iki dakika benimle gelir misin,’ diye duymuşum. Onunla birlikte yürüdüm, tereddüt etti, ama bana hayır diyemedi, yakındaki bir kahveye gittik, ayak işlerine bakan hafif zihnen özürlü birinin yanına gitti, ben yine aynı yanlış anlamanın içinde onunla birlikte gittim, benden biraz uzağa adamı çekerek, birisi bana bu zarfı verdi, ihtiyacı olan birisini görürsen ver, dedi diyerek onun eline şişkince bir zarf verdi. Adam, sağolsun, dedi ve zarfı doğal olarak aldı, cebine koydu, işine devam etti. Dostum bana biraz mahcup tavırla döndü ve, tamam Hocam haydi gidelim, dedi. O zaman baştan yanlış anladığımı ve onun beni başka bir yerde beklememi istediğini anladım. Veren elin görülmesini istemiyordu. Çok mahcup oldum, özür dahi dileyecek açıklığa kavuşturamadım; o öyle kaldı. Halen dostuz ve ölünceye kadar onun dostluğunu kaybetmek istemem.
Demek istediğim, gerçekten varlıklı ve gerçekten dürüst, güvenilir insanlar tanıdım.
Haberin düşündürdükleri bununla bitmiyor. Bu dürüst fakire yardım etmek isteyen genç kız ve nişanlısı var. Yardım etmek için niyet ediyorlar, planlıyorlar, sosyal medyayı kullanıyorlar. Dürüstlüğün ödüllendirilecek bir erdem olduğuna inandıkları için bir girişimde bulunuyorlar. Düşünüyorum, ben kendim böyle bir şeye girişir miydim, aklıma gelmezdi. Sanırım fakir adam Bill Harris’i bir lokantaya götürür, yemekten sonra da kendi kafama göre ‘önemli miktar’ dediğim bir para verirdim, teşekkür ederdim. Ama sosyal medyada paylaşmak ve bir banka hesabı açtırmak ve bu değeri paylaşan diğer inanların da ona yardım etmesini sağlamak aklımdan geçmezdi. Ne ilkokul, ne ortaokul, ne lise ne de üniversite eğitimimde girişimcilikle ilgili hiçbir ders yoktu ve böyle bir faaliyete sınıfça katılmamıştık. Okul dışında böyle bir örneği çevremde hiç gördüğümü hatırlamıyorum.
Sarah ve nişanlısı üyesi oldukları bir topluma dürüst bir adama yardım etme fırsatı yarattılar. Dürüst bir insana yardım edebilme fırsatını yakalamanın hoş bir yanı vardır; binlerce kişi onar, beşer dolar yardım ederek bu duyguyu yaşama imkanı buldu.
Türkiye’de böyle bir evsiz insan hikayesi duysam ve yardım için kampanya açılsa ben yardım etmem. Neden? Çünkü bunun perde arkasında bir bit yeniği olduğunu düşünürüm hemen ve ancak saf, enayilerin para vereceğini düşünürüm. Neden? Çünkü bunu hem ben hem de yakın çevremde insanlar birçok kez yaşadı da onun için. Burada kendi başımdan geçmiş birçok öykü geliyor aklıma. Anlatması çok yer alacak; gereği yok.
Bütün bu anlattıklarım ile ne demek istiyorum?
Büyük şehirlerde birbirine güvenmeyen, dürüstlüğü mış gibi yaşayan bir toplum olmaya yöneldiğimizi söylemek istiyorum. Ve bu içimi acıtıyor. Bu konunun anne ve babaları ilgilendiren bir yönü var; çocuk yetiştirmeyle ilgili bir yönü var. Öğretmenleri ve okul müdürlerini ilgilendiren bir yönü var. Anne ve babalar ve öğretmenler gönülden ilgilenmedikçe birbirine güvenen dürüst insanlar yetişmesinde devlet, hükümet pek etkili olamaz. Bunun böyle görülmemesi içimi acıtıyor.
Doğan Cüceloğlu (01.04.2013)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)