Pages

7 Nisan 2013 Pazar

Dürüstlük mü Enayilik mi ?

     Gazetelerde okudum, (Hürriyet 26.2.2013; Taraf, 27.02.2013) bozuk paralarını biriktirdiği kavanozun içine nişan yüzüğünü koyup unutan genç kadın sokakta yaşayan bir evsize bozuk paraların tümünü verdikten bir gün sonra nişan yüzüğünü de paralarla birlikte verdiğinin farkına varıp telaşla ona gidip soruyor: “Nişan yüzüğüm sende mi?”

     Sokakta yaşayan Bill Ray Harris adındaki fakir gülümsüyor, cebinden çıkarıp yüzüğü kıza veriyor, bir yanlışlık olduğunun farkına vardım, diyor. Nişanlı kız, Sarah Darling, eşeğini kaybedip sonra bulan fakir gibi, mutluluktan uçuyor, gidip bütün bunları nişanlısına anlatıyor.

     ABD’nin Kansas kentinde oluyor bütün bunlar. Sarah ve nişanlısı, Bill Ray Harris’in fakir ama dürüst bir insan olduğunu anlıyorlar ve bu insana yardım etmek istiyorlar. Bir bağış sitesinde bu öyküyü anlatıp Bill Ray Harris için bir banka hesabı açıldığını duyuruyor ve bağış yapılmasını istiyorlar. Hürriyet’in haberine göre hesapta 105 bin dolar, Taraf’ın haberine göre dört haftada 145 bin dolar birikiyor.


     Hikaye burada bitti.

     Peki ben bunu niye yazdım? Bu öykünün bana düşündürdüklerini sizlerle paylaşmak için.

     İlk aklıma gelen şu; sokakta yaşayan Bill Ray Harris genç bayana, herhalde bir yanlışlık yaptınız, ben pırlanta yüzük falan görmedim, bana vermediniz, diye yalan söyleseydi, hukuken kadının yapabileceği hiçbir şey yoktu.

     Bill Ray Harris’in yaptığını salaklık, ahmaklık, enayilik, akılsızlık olarak değerlendirecek çevremde insanlar tanıyorum; çevremde halen yaşıyorlar. Böyle diyen insanlar kötü insanlar değiller, sadece kimsenin kimseyi umursamadığı, sevmediği, güvenmediği bir ortamda yetişmişler ve öyle bir ortamda yaşadıklarına inanıyorlar. Fakire yanlışlıkla verilen bir pırlanta yüzüğü geri vermeyi enayiliğin daniskası olarak görür ve bununla ilgili düşüncelerini haklı çıkaracak birçok mantıksal nedenler söyleyebilirler. Onda fazla, bende az, elime geçen fırsatı değerlendirmemek enayilik değil mi, şimdiye kadar herkes beni kazıkladı, dürüst insan olduğum için böyle yersiz yurtsuz kaldım, hayatın bana verdiği fırsatlardan yararlanmamak salaklıktır, vb.

     Hatırlıyorum, İstanbul’da yıllar önce elli yaşlarında bir taksi şoförü anlattı: akşam arabamda unutulmuş mücevher kutusunu ertesi sabah erkenden o eve götürdüm. Kapıyı çaldım, orta yaşlı adam kapıyı açtı, ne var, diye sordu. Beyefendi takside dün akşam bu kutuyu unuttunuz, dedim. Aldı, yüzüme baktı, oturduğun evin sahibi misin, diye sordu. Yok, kirada oturuyorum, dedim. Enayi, dedi, burada ki bir pırlanta yüzüğü satsan sana bir daire alırdı, şimdi benden bahşiş falan bekleme, benim senin gibi enayilere verilecek bahşişim yok. Şoför, beynimden kaynar sular döküldü, diyor. O adam beni dövse, bu kadar kötü hissetmezdim

     Peki, ne dedin, diye sordum. Ne diyeceğim, Allah’ından bul, dedim ve oradan ayrıldım, dedi.

     Şimdi diyeceksiniz ki, zaten zengin, böyle ahlaksız olduğu için zengin oluyor. Bursa’nın bir köyünde yetişmiş, şimdi eğitim alanında dershaneler zinciri olan, eğitim yayınları yapan dev bir kuruluşun başında olan saygı ve sevgi duyduğum bir insan var, kendisini yakın dost olarak bilirim.

     Bursa’da bir seminer sonrası, benim yapmam gereken iki dakikalık bir işim var, burada beni bekler misin, demiş, ben yanlış anlamışım, ‘iki dakika benimle gelir misin,’ diye duymuşum. Onunla birlikte yürüdüm, tereddüt etti, ama bana hayır diyemedi, yakındaki bir kahveye gittik, ayak işlerine bakan hafif zihnen özürlü birinin yanına gitti, ben yine aynı yanlış anlamanın içinde onunla birlikte gittim, benden biraz uzağa adamı çekerek, birisi bana bu zarfı verdi, ihtiyacı olan birisini görürsen ver, dedi diyerek onun eline şişkince bir zarf verdi. Adam, sağolsun, dedi ve zarfı doğal olarak aldı, cebine koydu, işine devam etti. Dostum bana biraz mahcup tavırla döndü ve, tamam Hocam haydi gidelim, dedi. O zaman baştan yanlış anladığımı ve onun beni başka bir yerde beklememi istediğini anladım. Veren elin görülmesini istemiyordu. Çok mahcup oldum, özür dahi dileyecek açıklığa kavuşturamadım; o öyle kaldı. Halen dostuz ve ölünceye kadar onun dostluğunu kaybetmek istemem.

     Demek istediğim, gerçekten varlıklı ve gerçekten dürüst, güvenilir insanlar tanıdım.

     Haberin düşündürdükleri bununla bitmiyor. Bu dürüst fakire yardım etmek isteyen genç kız ve nişanlısı var. Yardım etmek için niyet ediyorlar, planlıyorlar, sosyal medyayı kullanıyorlar. Dürüstlüğün ödüllendirilecek bir erdem olduğuna inandıkları için bir girişimde bulunuyorlar. Düşünüyorum, ben kendim böyle bir şeye girişir miydim, aklıma gelmezdi. Sanırım fakir adam Bill Harris’i bir lokantaya götürür, yemekten sonra da kendi kafama göre ‘önemli miktar’ dediğim bir para verirdim, teşekkür ederdim. Ama sosyal medyada paylaşmak ve bir banka hesabı açtırmak ve bu değeri paylaşan diğer inanların da ona yardım etmesini sağlamak aklımdan geçmezdi. Ne ilkokul, ne ortaokul, ne lise ne de üniversite eğitimimde girişimcilikle ilgili hiçbir ders yoktu ve böyle bir faaliyete sınıfça katılmamıştık. Okul dışında böyle bir örneği çevremde hiç gördüğümü hatırlamıyorum.

     Sarah ve nişanlısı üyesi oldukları bir topluma dürüst bir adama yardım etme fırsatı yarattılar. Dürüst bir insana yardım edebilme fırsatını yakalamanın hoş bir yanı vardır; binlerce kişi onar, beşer dolar yardım ederek bu duyguyu yaşama imkanı buldu.

     Türkiye’de böyle bir evsiz insan hikayesi duysam ve yardım için kampanya açılsa ben yardım etmem. Neden? Çünkü bunun perde arkasında bir bit yeniği olduğunu düşünürüm hemen ve ancak saf, enayilerin para vereceğini düşünürüm. Neden? Çünkü bunu hem ben hem de yakın çevremde insanlar birçok kez yaşadı da onun için. Burada kendi başımdan geçmiş birçok öykü geliyor aklıma. Anlatması çok yer alacak; gereği yok.

     Bütün bu anlattıklarım ile ne demek istiyorum?

     Büyük şehirlerde birbirine güvenmeyen, dürüstlüğü mış gibi yaşayan bir toplum olmaya yöneldiğimizi söylemek istiyorum. Ve bu içimi acıtıyor. Bu konunun anne ve babaları ilgilendiren bir yönü var; çocuk yetiştirmeyle ilgili bir yönü var. Öğretmenleri ve okul müdürlerini ilgilendiren bir yönü var. Anne ve babalar ve öğretmenler gönülden ilgilenmedikçe birbirine güvenen dürüst insanlar yetişmesinde devlet, hükümet pek etkili olamaz. Bunun böyle görülmemesi içimi acıtıyor.

     Doğan Cüceloğlu (01.04.2013)

0 yorum:

Yorum Gönder