Ö. Alper’in ödüllü filmi Sonbahar’da, yaşamının
ilkbaharını hapiste geçiren Yusuf’un,
ölümlü hastalığı nedeniyle tahliye olması ve hayatının sonbaharını
memleketinde geçirmesi anlatılır. Dalından koparılan çiçek bir müddet sonra
kokmayan bir kalıba, hüzne dönüşür. Film, “Hayata Dönüş” travmasının (2000)
belgesel görüntüleriyle başlar.
Tıbbi bir terim olarak stres (zorlanma) organizmanın
denge durumunu (homeostasiz) bozan herhangi bir etmeni; travma (örselenme) ise,
bireyin ruhsal ve bedensel varlığını sarsan, inciten yaralayan her türlü olayı
tanımlar. Bireyin travmatik bir durumdan etkilenmesi kalıtımsal yapısı, benlik
(ego) gücü, gelişimsel özellikleri, baş etme mekanizmaları ve olayın şiddeti
ile yakından ilişkilidir.
Psikiyatri’nin travmaya merakı I. ve II. Dünya
savaşlarına katılan askerlerde gözlenen “savaş yorgunluğu”, “süper şoku” ve
“asker kalbi” gibi semptomlar sonrası artmış, zamanla savaş, doğal afet, tecavüz,
kaza gibi ağır yaşam olayları sonrası gelişen tablo Travma Sonrası Stres
Bozukluğu (TSSB) olarak adlandırılmıştır (1). TSSB semptomları üç alanda
görülür:
1- Travmayı yeniden yaşamak: anı, rüya veya
‘flash-back’ler
2- Artmış uyarılma: sinirlilik, huzursuzluk, irkilme,
uyku-konsantrasyon kaybı
3- Travmadan kaçınma: konuşmama, olayı anımsatan yer,
kişi ve etkinliklerden kaçınma
Tanı kitaplarında yaşamaya dair genel bir ilgisizlik,
diğer insanlardan kendini kopuk hissetme ve duygu aralığında sınırlılık kaçınma
bulguları arasında sayılır. Travmaya maruz kalan kişinin, tehlike anında
kabuğuna çekilen bir kaplumbağa gibi dış dünya ile bağını koparması,
bilgisayarın güvenli modda çalışmasına benzer. Bozguna uğrayan ordu geri
çekilir. Travma bireyi gerilemeye (regresyona) zorlar.
Psikanalitik bir terim olan regresyon (gerileme),
kazanılmış yetilerin istemsiz (bilinçdışı) kaybını, “çocuksulaşmayı”
tanımlar. Kardeşinin doğumu sonrası
altına kaçırmaya başlayan çocukta, sevgilisiyle ayrılıktan sonra karşı cinsten
(ve cinsellikten) nefret eden erişkinde, ölüm korkusuyla yalnız kalamayan
yaşlıda regresyondan bahsedilir. Regresyon sadece travmaya uğradığımızda ortaya
çıkmaz, basit/günlük gereksinimlerimizi kolayca elde etmek için de
gerileyebiliriz: Örneğin ilgi-şefkat istediğimizde şımarabilir, uykuya dalmadan
önce mızmızlanabiliriz.
Aydınlanma düşüncesinin bir ürünü olan psikanaliz
anlam ikilikleriyle meşhurdur: nevroz/psikoz, çocuksu/olgun, haset/şükran gibi. Regresyonun (gerilemenin)
karşısında progresyon (ilerleme) yer alır. Genel kabul gerileme olmadan
ilerlemenin olmayacağıdır, oku ileri fırlatmak için önce geri çekmek gerekir.
Çünkü büyümek strese/travmaya maruz kalmak, çocuksu olanı kaybetmeyi, ondan
vazgeçmeyi göze almak demektir. Bu bağlamda travma, tıbbın ve psikiyatrinin
kullanımından daha geniş bir anlam kazanır. Benliğin gelişimini bozan,
yavaşlatan veya saptıran her türlü etmen travma olarak adlandırılır (2). Aniden
sütten kesilme de uzun süre emme de travmatik olabilir. Psikoterapi,
travmaların tarihidir.
Hastaların otobiyografilerini dinleyen Freud,
geçmişteki travmaların yine-yeniden tekrarlandığını şaşırarak keşfeder.
Babasından şiddet gören bir kız çocuğu, büyüdüğünde kendisine şiddet uygulayan
bir eş seçebilir. Sigaradan nefret eden bir oğlan, sıkı bir tiryakiye
dönüşebilir. Organizmayı, dönemin fizik bilgisinin de etkisiyle haz
arayan/hoşnutsuzluğu gidermeye çalışan bir aygıt olarak düşünen Freud çıkmaza
düşer. İlk çözümü “yineleme zorlantısı” olur: Yaşamın başındaki ilişki
kalıpları kemikleşir ve tekrar-tekrar kendini üretir. Nevroz bilinçdışı
tekrardır. Çocukluğunda ihmal edilen, fark etmeden ihmal edileceği
ilişkilenmeler kurar örneğin. Geçmiş, güncelin sahnesinde, benzer oyuncularla
tekrarlanır. Arzu, travma öncesine dönmek, geçmişte baş edemediğini alt
etmektir. Örneğin sosyal fobik gece yatmadan, gün içinde kendisinde
yetersizlik/değersizlik duygusu uyandıran konuşmaları (zihninde) “keşke”lerle
düzenler. Tıpkı TSSB’nda olduğu gibi travmatik olan yeniden yaşantılanır. Ancak
farkındalık ve dönüşüm olmazsa hayat “tekrarların tekrarına” dönüşebilir, yani
re-travmatizasyona.
Re-travmatizayon, zarar göreceğimiz durumları veya
ilişki biçimlerini, fark etmeden tekrar tekrar üretmektir. Kendine ihanet eden,
kendi aleyhine işleyen bir örüntüdür. Örneğin, sadistik (zalim) bir babanın
çocuğu, erişkinlikte, sadistik otorite figürlerine yakın olmak isteyebilir veya
otoritenin sadistik yönlerini kışkırtabilir. Üstelik çoğu zaman, zalimane olanı
tanımayabilir/yadırgamayabilir. Zekâdan ve eğitimden bağımsız bilinçdışı
faktörlerle kendini yaralamaya devam edebilir. Freud’a göre bunun nedeni,
yaşamın başındaki ilişkilerin gücü ve yapışkanlığıdır. Travma işlenmediğinde,
kendini üreten ve besleyen bir ateş topuna dönebilir. O zaman travma nasıl
işlenir, nasıl tedavi edilir?
İlk aşama travmayı bilmektir. TSSB hastalarıyla
yapılan çalışmalarda, travma anındaki amnezinin (hatırlamama), hastalığın
gelişme riskini arttırdığı saptanmıştır. Yani kaplumbağa gibi içe dönenler veya
dehşetle dağılanlarda travma anı bulanıktır. Terapistle güven ilişkisini
kurulduktan sonra travmatik olan ayrıntılarıyla betimlenir. Söze dökmek, gerek
imgesel olanın adlandırılmasına gerekse boşlukların doldurulmasına yarar.
Hassas bir arkeolojik kazı yaparcasına “olay” aklın/dilin sınırlarına
sığdırılır. Adlandırmak, tanımlamak, çerçeveye almaktır.
İlkiyle bağlantılı ikinci aşama, duygu izlerini
belirlemektir. Ağır bir depremi, olayların duygusuz bir dizisi şeklinde
hatırlarsak travmatik etkiyi çözemeyiz. O an yaşanan korku/dehşet/çaresizlik
duygu izleriyle hatırlandıkça, kabul edildikçe ete kemiğe bürünür. Freud’un
dediği gibi anılar kuru içeriği nedeniyle değil eşlik eden duygular nedeniyle
bastırılır. Bastırma, tıpkı suyun içine plastik bir topu sokmaya çalışmak gibi
enerji gerektirir. Tedavide özgürleşen duygular, onu bastırmaya yönelik
enerjiyi de özgürleştirir.
Son aşama helalleşmedir. Yüzleşir, anlar ve barışırız.
Travmatik olan, kendi nevrozumuzdan kaynaklanan bir tekrarsa helalleşmek daha
kolay olur. Ancak masumsak, bir de insan eliyle travmaya maruz kaldıysak, ya da
travma kronikleşmişse (örn. işkence) barışmak zorlaşır. Bu aşamada öfkenin
uygun yollarla deşarjı hedeflenir. Her halükarda tedavi mağdurun fail olmasını
amaçlar. Çünkü değişim etkin olabildiğimiz alanlarda başarılabilir.
Özetle benliği dağıtan ya da regrese eden travmayı
yeniden yaşantılamadan/anlamadan, o anı kişisel tarihimize ekleyemeyiz.
Tedavideki ana amaç boşlukları duygularla birlikte doldurma ve anıyı
hazmetmedir. Yani önce regresyon sonra progresyon hedeflenir. Psikoterapi, her
durumda, (“ben hizmetinde”) regrese olabilende uygulanır. İçe ve geçmişe dönmek
gerileme olmadan mümkün olmaz.
Psikoterapi, kişinin iç dünyasına, geçmişine
yolculuktur ve bir rehber eşliğinde, uygun donanımlarla dalış yapmaya
benzetilebilir. Derinliklere inerken de çıkarken de vurgun yeme riski vardır.
Rehber derine dalma konusunda tecrübelidir ve hem dalarken hem de çıkarken
hastanın hızına saygı göstermeyi bilir. Psikoterapistin hızlı davrandığı,
hastasından çok kendi (bilimçdışı) ihtiyaçlarını gözettiği analize “vahşi
analiz” denir. Yani ehil ellerde yapılmayan terapi de travmatize edebilir.
Wittgenstein’ın özlü sözü de bunu anlatır:
“Başkalarının derinlikleriyle oynamayın!”
1- Kaplan and Saddock’s, Comprenhesıve Textbook of
Psychiatry, 8. Baskı, Güneş Kitabevi 2007
2- Öztürk M. Orhan, Uluşahin A, Ruh Sağlığı ve
Bozuklukları. 11. Basım, Ankara 2008
Kaynak: Psikiyatrist Bilal Ersoy
0 yorum:
Yorum Gönder