Pages

26 Ocak 2013 Cumartesi

İnsan İlişkilerinde Güven (1)

     Geçtiğimiz sene Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi ve Dünya Değerler Araştırması Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Yılmaz Esmer'in hazırladığı ''Türkiye Değerler Atlası 2012'' yayınlanmıştı.

     Yayınlanan bu atlasta özellikle bir istatistik Türkiye adına çok karamsar. Ülkelere göre o ülkelerde yaşayan insanların birbirlerine güven oranları araştırılmış. Türkiye'de ''İnsanların çoğuna güvenilebilir'' diyenlerin oranı yalnızca %12 iken Danimarka, Norveç ve İsveç gibi hem sosyal açıdan hem de eğitim sistemleri açısından Dünya'nın önde gelen ülkelerinde %70'lerin üzerinde. İndirmek isteyenler için ''Türkiye Değerler Atlası 2012'' nin indirme linkini de yazısının sonunda paylaştık. Fakat bu atlasdan önce bu ''güven'' oranından hareketle Doğan Cüceloğlu'nun üç bölümde yayınladığı ''İnsan İlişkilerinde Güven'' başlıklı yazının ilk bölümünü sizlerle paylaşmak istedik:

     Selam Verdim Almadı

     Geçenlerde bankadan para çekmek istedim; birkaç denemeden sonra para çekme makinasının bozuk olduğunu anladım. Ben ayrılırken iri yarı yirmi dokuz, otuz yaşlarında giyimli genç bir erkek geldi; ona makinanın bozuk olduğunu söyledim. Yüzüme bile bakmadı, yürüdü gitti. Kendimi adam yerine konmamış hissettim. Kötü bir duyguydu!

     Birkaç gün önce akşam uçakla Ankara'dan geldim; hava alanında taksiye bindim ve şoföre, "Merhaba, iyi akşamlar!" dedim; ağzını açıp cevap vermedi. Kendimi yine adam yerine konmamış hissettim. Kötü bir duyguydu!

     Birbirimizi adam yerine koymuyoruz. Neden?

     "Tandıdık bildik biri değilse biri bizimle mutlaka bir şey istemek için konuşur," kanısı toplumumuzda oldukça yaygın. Bizimle konuşan kişinin söylediklerini dinlemek ve onun gözünün içine bakmak, "Ben kerizin tekiyim; gel beni istismar et!" anlamına geldiği için, kimse keriz durumuna düşmek istemiyor.

     Konuşan insanın bir çıkarı olduğu için bizimle konuştuğunu biliyoruz. O nedenle, tanıdık bildik olmayan kişilerle belirsiz ortamlarda, adam yerine korsam, "selam veririm, borçlu çıkarım!" diye bir kaygı var.

     Bu kaygı nereden geliyor? 

     Bir Enayi Yardım Eder

     Eğitimci arkadaşım Nurdoğan Arkış'tan şöyle bir öykü dinlemiştim:

     Bir küçük çocuk tekerlekli bir arabayı yokuş yukarı zorla itiyor ve çok zorlanarak yavaş yavaş çıkartıyormuş. Yoldan geçen orta yaşlı bir adamın bu manzaraya yüreği elvermemiş, yokuşun tepesine kadar çocuğa yardım etmiş. Adam nefes nefese çocuğa sormuş;

"Bu arabayı buraya çıkarmanı kim istedi?"

Çocuk, "Babam," demiş.

"Bu arabayı tek başına bu yokuşa çıkaramayacağını baban bilmiyor muydu? Seni ne kadar zor duruma koymuş."

"Ben ona, baba ben bu arabayı çıkaramam, diye söyledim."

"Peki ne dedi?"

"Sen başla oğlum, enayinin biri senin için çıkarır, dedi."

     Bu öykünün gerçek mi, uydurma mı olduğunu bilmiyorum. Ama, şunun farkındayım; benim toplumumda yardım etmek, hizmet etmek enayilik, kerizlik olarak görülebiliyor.

     Böyle bir toplumda güvenmemek bir erdem olarak çocuklara öğretilebiliyor: "Babana dahi güvenmeyeceksin!"

     Evlenirken karına güvenmeyeceksin ki, sana yuları takmasın.

     Çocuğu uyurken öpeceksin ki, şımarmasın.

     Kimseye güvenmeyeceksin, sana güvenene de ahmak gözüyle bakacaksın; insanı kullanabildiğin kadar kullanacaksın ve işe yaramaz hale gelince posasını bir yana atacaksın.

     Çocuklarımıza verdiğimiz sosyal mirasımız bu. Bu mirasta anababalarımızın, öğretmenlerimizin, eğitim sistemimizin, din anlayışımızın, politika anlayışımızın, en önemlisi kültürümüzün insan ve yaşam anlayışımızın payı var.

Güvenen ve Güvenmeyen İki Toplum

     Gelin şimdi iki toplum yaratalım. Birinde insanlar, aynı bizde olduğu gibi, birbirine güvenmemek üzere yetiştirilmiş olsunlar. Bu toplumda insanlar birbirinden korkuyor olsun; güvenmemek en büyük erdem olarak, "babana dahi güvenmeyeceksin" bir ilke haline gelmiş olsun.

     Bize benzemeyen öbür toplumda, insanlara güven duymanın sosyal yaşamın bir gereği olduğu düşünülsün, huzurlu bir toplum için, aynı değerlere inanmış insanların, birbirlerine güven duyarak yaşamasının gerekliliği üstünde çok durulsun.

     İlkine güvensizlik, ikincisine güven toplumu diyelim. Şimdi bu iki toplumu karşılaştıralım:

     "İnsanların çoğu güvenilir mi?" sorusuna ilk toplumda büyük bir çoğunluk, "Hayır, güvenilmez!" diyecektir. İkinci toplumda ise çoğunluk, "Evet, güvenilir!" diyecektir.

     Bu soru bir araştırmanın parçası olarak gerçekten sorulmuş ve şöyle bir netice alınmış: (Yüzdeler, "Evet, güvenilir," diyenlerin yüzdesi.)

Norveç: %61.2
Kanada: %49.6
ABD: %45.4
İtalya: %26.3
Türkiye: %10 (29 ülke içinde 28. ülke.)
Brezilya: %6.7 (En güvensiz 29. ülke.)

     Karşılaştırmaya devam edelim:

     Güleryüzlü ya da Asık Suratlı Olmak

     Acaba yüz ifadeleri nasıl olacaktır? Birbirine güvenmeyen insanlar güleryüzlü olmaktan korkacaklardır; suratları hep asık gezeceklerdir, çünkü güleryüz gösterirlerse insanların gelip onlardan bir şey isteme olasılığı artacaktır.

     Yurt dışından her gelişimde bu benim başıma gelir; dört beş gün içinde yüz ifademi hayal dünyasında gezen gülümseyen 'keriz' insanın yüz ifadesinden, hayatın gerçeklerini anlamış olgun insanın asık suratlı yüz ifadesine çeviriyorum. Güleryüzlü iken benden sürekli bir şey istemek için gelen dilenci ruhlu insanlar, asık suratlı olunca beni rahat bırakıyorlar. Bir süre sonra yurt dışına gidince çevremdeki insanların ne kadar güleryüzlü, kendimin ne kadar asık suratlı olduğunun farkına varıyorum. Orada yeniden güleryüzlü olmasını öğreniyorum.

     Bazı seminerlerimde güleryüz ve asık suratlı olmayı kişinin ekonomik durumuyla ilişkilendiriyorlar ve bana, parası olmayan aç adamın güleryüzlü olmasını nasıl beklersiniz, diye soruyorlar.

     Ben de onlara, sizin tanıdığınız zengin insanlar fakir insanlardan daha mı güleryüzlü, diye soruyorum.

     Ben bu soruyu sorunca kişiler önce hayretle yüzüme bakıyorlar. Yüzlerindeki hayretten ilk defa böyle bir karşılaştırma yaptıklarını anlıyorum.

     Daha sonra gülümsüyorlar ve düşünmeye başlıyorlar. O sırada seminerde o ana kadar söze karışmamış bazı kişiler, "zenginler daha asık suratlı; onların kaybedecek daha çok şeyleri var," sözleri geliyor.

     Ama şurası bir gerçek; gelişmiş toplumların insanları daha güleryüzlü. Uçaktan inip aralarına karışır karışmaz hemen 'güleryüzlü insanların arasındayım' duygusu geliyor insana.

     Bu gözlemi nasıl yorumlayalım? Sıradan insanın yorumu genellikle şöyle oluyor: 'gelişmiş toplumun insanları günlük yaşamda daha az sorunlarla karşılaşıyorlar, o nedenle daha güleryüzlüler.'

     Sosyolog ekonomist Francis Fukuyama ise bu durumu şöyle yorumlamaktadır: 'toplumda insanların birbirlerine duydukları güven o toplumun sosyal sermayesidir. Para ve teknoloji gibi ekonomik anlamda sermayenin üretken olabilmesi için iş ortamında güvenden kaynaklanan bir sosyal sermayenin olması gerekir.'
     Fukuyama'nın mantığına göre, insanların birbirine güven duyması hem ekonomik refahı, hem de güleryüzlü olmayı yaratıyor.

     İnsanlar Neden Güvenmezler?

     Peki, insanlar neden birbirlerine güvenmezler?

     Bu basit ama çok önemli soruyu kapsamlı olarak burada ele almam olanaksız. Ama, şunu söylemek istiyorum: insanlar güvenen varlıklar olarak doğarlar. Çocuk tüm yaşamını güven üstüne kurmuştur. Kendini sevecek, koruyacak, besleyecek birilerinin olacağına güvenerek doğar. 

     Bu güven erken yaşta elinden alınırsa yaşamını sürdüremez.

     Güven ortamında büyüyen çocuk sağlıklı olarak gelişir. Güven ortamından mahrum kalan çocuk bedenen ve ruhen sağlıksız yetişir.
Güvensizlik doğuştan getirdiğimiz bir özellik değil; toplumsallaşma süreci içinde öğreniyoruz. Güven duymamayı öğretiyoruz. Sigara kulanmayı, alkol içmeyi öğrettiğimiz gibi, yalan söylemeyi ve güven duymamayı öğretiyoruz.

     O zaman, "neden yalan söylemeyi, güven duymamayı öğretiyoruz," sorusuyla karşılaşıyoruz.

     Bunlar yalın ama çok temel sorular.

     Ancak bir kitapta hakkıyla ele alınıp yanıtlanabilir.

     Bundan sonraki birkaç yazıda, güvensiz ve güvenli bir toplumun insanlarının davranışlarını karşılaştırmak istiyorum.

     Yüz ifadelerini karşılaştırdık, şimdi iletişim tarzlarına bakalım.

     Tanımadığına Selam Verme

Evet, "tanımadığına selam verme!" Bizim gibi birbirine güveni düşük olan insanlardan oluşan toplumlarda işleyen kural bu. Bu yazının girişinde anlattığım gibi, selam verdiğin kişi tanımadığın biriyse, güvensiz toplumlarda iki ihtimalden biri gerçekleşir:

1- Tanımadığın kişi senden güçlüdür ve onun gücünü istismar edeceğinden çekindiği için senin selamını almak istemez, o nedenle sana asık suratlı davranacaktır.

2- Tanımadığın kişi senden güçsüzdür ve senin gücünü istismar etmek için hemen fırsat kollayacak ve selam verdiğine seni pişman edecektir.
Güven düzeyi yüksek olan toplumlarda insana insan olduğu için selam verilir; toplumsal yaşam sosyal ilişkiler üstüne kurulur ve sosyal ilişkiler selamla başlar. O nedenle sokakta, pazarda, asansörde, merdivende, nerede olursa olsun insanların sürekli birbirleriyle selamlaştıkları gözlenir.

Doğan Cüceloğlu (25/06/2006)

TÜRKİYE DEĞERLER ATLASI 2012 İNDİRMEK İÇİN TIKLAYIN.

0 yorum:

Yorum Gönder