Aşağıdaki yazı Doğan Cüceloğlu'nun 23.12. 2012 tarihli yazısından alınmıştır. Doğan Cüceloğlu bu yazıyı kendisine soru soran bir üniversite öğrencisine sorduğu soruya hitaben cevap niteliğinde yazmış. Ben de birçoğumuzun soruyu soran öğrenci ile aynı sıkıntıyı yaşadığımızı düşündüğümden yazıyı çok faydalı buldum, umarım sizlerde okur, bu yazıdan yararlanırsınız.
Ağaç sanayisinin lider kuruluşlarından biri olan AGT şirketinin sponsorluğunda her ay bir üniversitede öğrencilere konuşuyorum. Çalışma arkadaşım Polat Doğru’nun asistanlığıyla yürüttüğümüz “DC Gençlerle” sohbetlerinden sonra yazanlar ve soranlar oluyor. Bir öğrenci şu soruyu sordu:
Soru: “Gerek insanlarla gerek öğretmen öğrenci ilişkilerinde okuduğumuz kitaplardakileri doğru kabul edip hayata dökmek istediklerimizi gerçekleştiremiyoruz. Her ne kadar doğru olduklarını bilsek de gerçek hayatta bile bile yanlışı yapıyoruz. Bunun için ne yapmalıyız?”
Sorusundan sonra açıklamaya devam etmiş: “Ben matematik öğretmenliği öğrencisiyim ve kendimi mesleki anlamda ve kişilik anlamında geliştirmeye önem gösteriyorum. Benim gibi okuduklarını hayata dökme konusunda sıkıntı çeken birçok insan adına ilginiz için şimdiden çok teşekkür ediyorum ve açıklamanızı okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.”
Yeni bir kavramı, yeni bir davranışı, yeni bir düşünce tarzını hayata geçirmeye çalıştığı zaman birçok insanın yaşadığı bir durum bu soruda ifadesini bulmuş oluyor.
İlk şunu söyleyerek konuya girelim: Bu durum doğaldır ve mutlaka olur. Yeni bir şey öğrenmeye çalışan herkesin yaşadığı bir deneyimdir. Bunu doğal kabul ederek işe başlamak gerekir. Kişi bu durumu doğal kabul etmediği zaman kendi kendiyle bir tür mücadeleye girer; kendine kızar, kendini iter, kendinden talep edici bir tavır içinde olur ve kendine karşı ‘haşinleşir.’ Yeni bir şey öğrenmeye çalışırken bu durumu doğal kabul ettiğinizde çok değerli enerji ve zamanı heba etmemiş olursunuz.
Öğrenmenin iki düzeyi vardır: bir, farkında olmak, iki yapmak. Bu iki düzeyde tam öğrenmeyi başardığınızda ‘usta’ olursunuz. Farkında olmak ve yapmak birbirlerini etkileyerek dört basamaklı bir öğrenme süreci başlatır. Sürecin dört basamaklı olduğunu bilerek öğrenme başlamamız akıllıca olur; böylece nedensiz üzüntü ve sorgulamaları önlemiş oluruz. Bu basamaklar şunlardır:
1- Ne farkındalık var ne de yapabilme becerisi var. Bu öyle bir düzeydir ki, farkında olmadığımızın, beceri sahibi olmadığımızın dahi farkında değilizdir. ‘Kara cehalet’ denen şey bu olsa gerek. Bu düzeyde kişi hayatında eksik olan bir şey olduğunun farkında değildir. Eksikliğini bilmediği için de, o eksikliği gidermek için bir çaba içine giremez, öğrenmek için herhangi bir isteği, çabası olmaz. Bu aşamada kişi kendisi gibi olmayan, bu farkındalığa sahip olan, bu farkındalığı davranışlarında akıcı bir şekilde kullanan insanların çevresinde olabilir, ama kendisiyle bu insanlar arasında ne gibi farklılık olduğunu algılayamaz.
Örneğin, dinlemenin insan ilişkilerinde önemli bir iletişim konusu olduğunu bilmeyen kişi, iyi dinlemeyi hayatının, varoluşunun doğal bir parçası yapmış insanın kendisinden nasıl farklı olduğunu göremez. Kendisinin hayatıyla iyi dinleyen arasında zaman içinde oluşan farkları – meslek hayatında olsun, aile hayatında olsun- bildiği, aşina olduğu faktörler çerçevesinde yorumlar: “o benden daha şanslı, onun arkası var, iyi aile kızıyla evlendi, Allah yürü kulum deyince!” gibi.
2- Farkındalık var, yapabilme becerisi henüz yok. Bu kişi bir kitap okur, bir konferansa gider, biriyle sohbet eder ve bu sürecin sonunda eksik olan şeyin farkına varır. Söz gelimi, ‘dinlemek’ kavramına aşina olur; hayatta insan ilişkilerinde dinlemenin yeriyle ilgili bir görüş kazanır ama henüz kendisi iyi bir dinleyici olamamıştır. İyi bir dinleyici olmak için yapılması gereken şeyleri henüz kazanamamıştır. Dinlemenin görünen yüzeyinin farkındadır, sonuçlarını görünce anlar; “Ne kadar mutlu bir evlilikleri var; birbirlerini dinliyorlar!” der. Ama o gün evde eşiyle, çocuğuyla tartışır, gerginleşir ve hem kendini hem de evdekileri mutsuz eder. Daha sonra da oturur, bana bir mektup yazar ve, “Doğan Hocam, öyle kitaptaki gibi, konferanstaki gibi olmuyor hayat, konuşmak kolay, ama hocam hayat başka!” der. Bu mektupları çok alıyorum ve bazı mektuplarda, “Hocam, güzel laf ediyorsun, ama hayat başka hocam,” imasını açıkça alıyorum. Afaki konuştuğumu ima ediyorlar. (Afaki kelimesini bilmiyorsanız, lütfen araştırın, bilmekte fayda var :) )
Böyle bir tavır sergileyenler, öğrenme sürecini bu noktada terk ederler. Ve onları çok haklı çıkaracak bir atasözü bulurlar: ‘İnsan yedisinde neyse, yetmişinde de odur. İnsanoğlu değişmez.’ Bazıları, bana yazan üniversiteli öğrenci gibi, öğrenmeye kendini adar, peşini bırakmaz, ısrar eder, öğrenmeye azmeder. Onlar üçüncü basamağa geçmek için çaba sarf ederler. Dinlemeyle ilgili kitap okurlar, konferanslara giderler, günlük gözlemlerini yazmaya başlarlar. İyi dinleyenlerle konuşurlar, gözlemler yaparlar.
Ve farkına varırlar ki, iyi dinlemek için karşıdakine saygı duymak, onu önemsemek, onun gözüyle konuşulan konuya bakmak, doğru anlayıp anlamadığını geri bildirim süreci içinde denetlemek, en önemlisi kişinin kendi iç dünyasını keşfedip, kendi iç dünyasını dinleyebilecek ‘gözlemleyen bilinci’ geliştirmek gerektiğini anlarlar. Bu anlayışın sonunda daha da şevkli bir şekilde bu yeni farkındalıkları hayatlarında yaşatmaya başlarlar. Zenginleşirler, zenginleştiklerinin, özgürleştiklerinin farkına varırlar ve öğrenme sürecinde sebat ederler.
3- Farkındalık var, yapabilme becerisi var, ustalık yok. Bu aşamada araba kullanmayı yeni öğrenen biri gibidirler. Yeni yeni araba kullanmaya başlayan biri nasıldır? Bütün dikkatini toplar, kaygı ve korkuyla debriyaj, gaz pedalı, fren kullanımını karıştırmamaya özen gösterir. Acemi araba kullanırken kimsenin yanlarında konuşmasını istemez, çünkü dikkati dağılır. Ben bu aşamada iken, yokuşlarda, ışığın değişmemesi için dua ettiğimi hatırlıyorum: “Allah’ım inşallah kırmız yanmaz!” Çünkü yokuş yukarı durmak ve kalkma konusunda kendime hiç güvenim yoktu. Bu aşamada araba kullanmak insanı çok yorar. Araba kullanmanın ötesinde başka hiçbir şeye dikkatinizi veremezsiniz; müzik ve sohbete yer yoktur.
Bu aşamada kişi dikkatle dinler: “Şimdi karşımdakine saygılı mıyım; onu önemsiyor muyum; onun gözüyle konuşulan konuya bakıyor muyum; doğru anlayıp anlamadığını geri bildirim süreci içinde denetliyor muyum?” diye içinden kendini denetler. ‘Gözlemleyen bilinci’ni yoklar, “Alo, gözlemleyen bilimcim, benimle misin, burada mısın?” diye sorar.
Kazasız belasız hedefine ulaşan sürücü gibi, kazasız belasız konuşmayı bitirdiğinde mutluluk duyar, ‘yaşasın, başardım, yaptım valla!’ diye içten içe kendini kutlar. Ve diğerlerinin de bunun farkına varmalarını, kutlamalarını ister. Kendini tebrik etsinler diye, çanak tutar. Yani, günlük yaşamından ve oraya giderken nasıl araba kullandığından söz eder; hiç kavga etmeden nasıl konuştuklarını ve dostluklarının devam ettiğini belirtir. Anlayan birinin, “Aferin sana!” demesini ister.
4- Yapabilme becerisi var, ustalık var, farkındalık yok. Yeni araba kullanan birinin örneğiyle devam edelim; artık kaygı ve korku bitmiştir; yokuşlarda kırmızı ışık yanmasın diye dua etmez; hem araba kullanır, hem müzik dinler, hem de arabada arkadaşlarıyla sohbet eder. Eli ayağı otomatik olarak yapması gerekeni yapar, gerektiği zaman debriyaja, gerektiği zaman frene, gaza basar ve vites değiştirmek için giden elinin farkında değildir. Kolaylıkla her şey akmaya başlar. Elinin ayağının ne yaptığının farkında bile değildir. Artık usta şoför olmuştur. Ulaştığı yere kazasız belasız ulaştığı için kimseden alkış beklemez; zaten bu doğal şeydir. Farkına varması için, ayrı bir dikkat geliştirmesi, “araba sürerken elim, ayağım ne yapıyor?” diye sorması gerekir.
Bu aşamada dinleyen kişi de artık ‘usta dinleyici’ olmuştur. Karşıdaki konuşmaya başlayınca kendiliğinden kendi içindeki sesleri, iç konuşmasını susturur; karşıdakinin gözüyle olayı görür, onun duygularını anlar, kendini onun yerine kor, dostlukların, saygı ve sevginin beslendiği ve pekiştirildiği bir sohbet içinde sorunlar çözülür. Ve bunu doğal kabul eder. Kimseden aferin beklemez. Birinin ona sorması gerekir; “Nasıl oluyor da böyle hiç hırlaşmadan, kavga etmeden önemli sorunları konuşabiliyorsunuz, bunu sırrı nedir?” Sorulduğu zaman düşünür ve ustalığının temelindeki bilgi ve becerilerin farkında olarak konuşabilir.
Bana soru soran öğrencinin sorusuna umarım cevap verebilmişimdir. Kendi iç çocuğunu tanıması için İçimizdeki Çocuk kitabımı okumasını öneririm. (“Bak Doğan Hoca kendi kitaplarının reklamını yapıyor,” diyenlere bir sorum var: Bu kitapları ben rafta süs olarak kalsınlar diye mi yazdım? Ayrıca dikkat edin “alın,” demiyorum, “okuyun,” diyorum.) İlişki ve iletişim farkındalıkları için İnsan İnsana ve Keşkesiz Bir Yaşam için İletişim kitaplarımı öneririm. Öğretmenlikle ilgili farkındalıklar için Ocak 2013’ün ilk haftasında çıkacak olan Prof. İrfan Erdoğan Hocamla birlikte yazdığımız Öğretmen Olmak: Bir Cana Dokunmak kitabını öneririm.
İnsan ilişkilerinde ustalaşmak isteyenler için ayrıca bu sitedeki yazıları okumalarını ve Pazar günleri Skytürk360’ta yayınlanan Polat Doğru ile birlikte sunduğumuz İnsan İnsana programı izlemelerini de öneririm.
Sevgili Simge Ceylan, iyi ki sordun. Umarım cevabımdan birçok kimse yararlanmıştır. Başarı dileğim ve sevgimle. Resimler için de çok teşekkürler. Sen ve arkadaşların çok şirin, çok cansınız.
Doğan Cüceloğlu (23.12.2012)
Kaynak: Doğan Cüceloğlu
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder